Yok, artık fazla geliyordu çoğu şey ruhuna. Silik silik izler bırakıyordu, sanki hiçbir şekilde temizlenmeyecekmişçesine. Soruyordu çoğu zaman. Kimin yüzünden bu halde olduğunu sorguluyordu. Kendisi miydi? Yoksa insanlar mı? Her ikisinin de payı olduğu muhakkaktı. Ancak insanlar biraz daha ağır basıyordu. Binbir türlü yollarla yine başarıyorlardı huzurunu kaçırmayı. Sanki mahsus yapıyorlardı. İstediği aslında o kadar az şeydi ki. Önemsenmek, özel hissetmek herkesin hakkıydı. O bu kadar nahif duygularla yaklaşırken; kırmamak, üzmemek için bu kadar ince eleyip sık dokurken kendisi sürekli bitiyordu. Farkındaydı hem de. En kötüsü bu olsa gerek. Kırmayı denese onda da muvaffak olamıyordu. Bu kadar ihtiyatla yaklaşmanın hiçbir faydasını görmemişti ki. İnsanlara azıcık kalbinden sunsan hemen daha fazlasını isteyip yer bitirirler. Saf, iyi duyguların dibini sıyırırlar. Asla değişmez bu. İsterse dünyanın en iyi insanı olsun, azıcık sevgi yeter mayasını bozmaya. Sonra bir bakmışsın verdiğin sevgi bir silaha dönüşmüş. Ve o silah seni nişan alıyor. Ateş açıyor. Nefretten bir zırh yapıyorsun kendine. Bir şekilde savuşturuyorsun. Sonra bir bakmışsın ki o nefret ruhunu delip seni içten öldürmüş...