bir haziran nasıl bu kadar iç eşeler durur?

sana soruyorum-

gölge her yanı alıp götüren sen değil misin?

güneşi çivi gibi ağırlaştıran da-

bir dut ağacının serinliğini bile alan.

heyecanla koştuğum bu hiçbir yer-

kişi nasıl çıktığı her yerden boşluğa varır?


gün doğmadan uyanıyorum,

yaprakların seher vakti ıslak olmasına saygılıyım.

bırakmadım mevsimlerin kapı aralarında durmayı.


uzun yazlardır güzel şeyler getirmeye çalışıyorum aklıma,

bunları bir kıyı şeridini yürürken beraber sıralamıştık,

buzdolabına konmuş buz gibi su, 

kimsesiz körpe sahiller, 

arandığında şak diye bulunan çınar altları.

sana böyle otel yangını gibi tutuştuğum için sayıp dökmüştüm iyi olan ne varsa.


bazı insanlarla yepyeni ahbaplıklar kurdum,

vardır öyle insanlar biliyorsun.

mutluyken hiç görmediğin hani-

-aman göz göze gelmeyeyim de huzurum kaçmasın-

yüzüne saplanan bir bıçakla aramızda dolanıp duranlar.


kabullenmek kutsal geliyor artık gözüme,

bu insanlar da senden benden bilgeler! 

kim inanırdı? hepimizi de bekliyorlarmış.

bir yapbozu tamamlamak gibi bir yere düşüp orada kalmak.


ne yapacağım sanıyorsun ki?


bu kimsesizliğimde bile kendime bir acıdaş arıyorum,

aradıkça da şaşıyorum-hepimizin böyle olmasına,

hepimizin ışık gören tavşanlar gibi yalnızlıktan fellik fellik kaçmamıza.

ve namümkün dünyanın sonu bir türlü gelmiyor.

hiçbir felaket bitirmiyor atmosferin oksijenini.