Bir şilte sermiş annem yere. Üstüne oturup ona beni yokluğun içine bırakan kutsal ellerden bahsetmek istiyorum. Tanrı baş köşeye kuruluyor tam o sırada ve bir balığı ellerinden düşürüveriyor şiltenin ortasına. Şaşkınca bakıyorum balığa, çırpındıkça çırpınıyor balık. Ben bir bardak su için koşuştururken ortalarda, denizlerin yaratıcısı gülümsüyor umarsızca.


"Tanrım," diyorum. "Ne olursun dur, suçu ne olabilir ki onun?"


Ve binlerce yılın ardından belki de ilk kez, kutsal sesler yeryüzünde yankılanıyor. Lakin fani kulaklarıma dolanlar tozlanmış cümleler oluyor çoktan. "Bu, balığın sınavı."


Çırpındıkça çırpınıyor balık. Gözlerini kocaman açıyor. Sonra yanlış evrende, yanlış ellerde ölüveriyor bir anda. Tanrıya dönüyorum hızla ve görüyorum ki ortada bir tanrı yok artık. Sessizce alıyorum balığın cansız bedenini şilteden ve sessizce götürüyorum dudaklarımı tuzlu bedenine. Kabil gibi üzülüyorum ona, savaş meydanında düşmanına ağlayan asker gibi üzülüyorum. Sonra öpüyorum balığı. Sonu gelmez sorularımdan biri gözyaşlarımın arasında küfür gibi yankılanıyor:


"Ya Adem, tanrısından daha merhametliyse?"


Sonrası ışık oluyor aklımda, anlatmaya gücüm yetmiyor.