hayatı yanlış yaşadığını fark ettiğin anlaölmeye başladığını anladığın an, sahiden ama romantik veya şiirsel bir dilin ifadesi değil bu cümle, artık bedeninin de bozulduğunu anladığında dünyanın yaralandığını ve evine döndüğünü görmek, hayatın ısrarcı didaktikliğinden başka bir şey olamaz. daha fazla anlaşılmamak ve bana acıyan, merhamet edilen gözlerin bakıcı tesiri altında, kendi hatalarını ve bozukluklarını; onca yıl zihnimin, belleğimin ve de ruhumun zenginliklerini sömüren hangi halleri varsa onların her birini telafi etmeye çalışırkenki topal vicdanlarının nasıl aksadığına maruz kalmamak için daha fazla ölümü kabullendim. belki doğru yaşadığıma, benim ruhumun ve bizzat dikenli, sancılı, ağrılı, bulantılı yollardan geçerek sert düşünsel iklimlerin bağrında kurduğum dünyamın gerçekliğine inanmayan onca insana ve bu boktan yalan söyleyen hayata verebileceğim şey, bu yanıtı olmayan bir soru olarak gitmeyi seçmem olacak öyle zannediyorum ki. burayı sakin oku, öyle ki hangi kişi iradesiyle kendini, kendi kendine üzerek ölmeyi becermişti ki? var mıydı bir başka insan çocuğu daha bir bulantı ve hüzünün karmaşıklığında eriyip giden öylece, ansızın değil, her gün eksile eksile, ağrılar büyüyüp sancı olana dek, var mıydı kendini bu şekilde deneye döndürülmüş bir acının ve hüznün koynunda, ölümün kendisine çelme atmasına müsaade ederek zamanın artık kendisini dilediği gibi yazması için onay veren başka biri daha? hakkı verilmiş bir karamsarlığın, yeterli ve gerekli acıları karşılayan hırıltılar dolu bir ruhun kendini diğerlerinin ve bu mide bulandıran düzende yolunda gittiği zannedilen ve akla yatmayanların vicdanlara sığdırıldığı şeylere karşı olan mesafeli onurunda belki ahmakça, belki anlaşılmaz ya da lüzumsuz fark etmez, her ne olursa olsun, yanıtı olmayan dev bir açmaza nasıl döndüğünü ve nasıl böylesine ketumken sakil olmayı da es geçip sakince sert iklimlerden nasibini almış olduğu hırıltılı ve kavruk bir ruh taşıyabilirdi üstünde? insanların birbirlerini sevme/nefret etme nedenleriyle ilgilenmiyorum, benim yerküremde şahsiyetlerin varoluşlarına ilişkin gerçeklerin yer edinmişliği elbette onların gündelik kimliklerinin önünde yer alacaktı. yukarıda peşin sıra dizdiğim sorulara da aldırış edip ciddiye almamanızı rica etmek zorundayım, öyle ki ciddiye almadığında da ciddiye aldın pekâla ki hangi soruların hangi yanıtlar için sorulduğunu, hangi soruların cevaplardan önemli olduğunu ve bazen sırf sorunun varlığından haberi olunsun diye, sırf başka bir soru daha sorulabilsin diye sorduğumu(zu) bildiğimizi varsayıyorum, eğitim öğretim hayatındaki sistemi de galiba bu sebeple sevemedim, yanıtları bildiğin kadar başarılısın, ki burada sorular sana ait bile değil, ben bunu akışta kendi rızasıyla uyumayanların gördüğü rüyalara benzetiyorum, uyutan değilsen kendini kendin, kendi rüyan değil gördüğün dahi, öyle ya söyleyecek bir sözün yoksa konuştuğun bir dilin de olmuyordu. yâd dillerde ne arıyorsun umarsız ruhu düşük, bak şimdi nice dili susturuyor masanın üstünü örten dolu kağıtlar, hatırla sözün vardı!