böylesine mecburiyetleri, doğurduğu itaatkarlığı ve boyun eğmişliği. masabaşı bir işe bırakılmış ömrü, somutluğu ve tektipliği. zorundalıkları, zorunlulukları, kentlerin sarsılmaz mevkilere vurgun yoksul oğulları ve kızlarını. okul sıralarında yitirdikleri benliklerini. birbirine benzeyen aidiyetsiz ve bir o kadar da düzene ait benliklerini. bunları gördükçe çamların canını acıtıyorum. içimin tüm zehrini gövdesine akıtıyorum. sıkıyorum içimi, sıkıyorum suyu çıkmıyor. sonra çamlara bakıyorum, onların içleri ben gibi değildir, gölgeleri de serindir. benim gölgemde hiçbir düşünce yeşermez oysa. çamlara da sinirleniyorum, acımı onlardan da sakınıyorum. hür kuşlara, dalgasız denizlere de veremiyorum sonra. hem kıskandığımdan hem de siyahlığım kirletsin istemiyorum hiçbir şeyi, ondan. dünyanın kirini pasını, ahlak normlarını, tüm hırsız ve orospularını o an içimde taşımış gibi hissediyorum. toplumun tüm kalıpları dört bir yanımdan tutuyor. kaçmak istiyorum. ama ölmek gibi değil, annemi seviyorum. uzaklara gitmek istiyorum, çok uzun kaçışlar değil aradığım, yeşil bir durakta durmalıyım. düzensiz olmak peşinde değilim, benliğimi feda etmeyeceğim bir aidiyete sadık kalmak makul bir seçenekmiş gibi geliyor. tüm mecbur kaldıklarımdan, bu ülkenin gençlerinin tüm mecbur kalmışlıklarından daha makul bir seçenek. kaygılardan ve umutsuzluktan çok uzak. kimsenin isyan edeceği yok, sesi çıkanın ise sesi yetmiyor. artık kızmıyorum bu duruma. ama artık boğuluyorum ve biliyorum tek kişilik değil bu boğulduğum çukur. nefes almalıyım, yaşamalıyım, sevmeliyim, sevilmeli ve hürriyet hakkında büyük sözler edip fevri bir tavır takınmalıyım.

gerçekten şarkıda bahsettiği gibi kimse bana uymasa da bir yol bulur muyum?

"kendine biraz umut ver, bir yol daha bulursun"

bulmalıyım, bulmalı ve bu çukurdan çıkıp kendimi bir trene atmalıyım, yanıma kıymet verdiğim az şeyi de alıp. evet bunu yapmalıyım.

ama önce.

ders çalışmalıyım.