(Çocukları sadece çocuklar anlar.)

Ayakları üzerinde durmaya çalıştı rıfık, annesinin yumurta topuk çirkin ayakkabısını giymişti. Ağzında da sakız vardı cak cak çiğniyordu. Tipik bir vakaydı. Özenen, gelişimini tamamlamamış sıradan bir çocuktu rıfık. Altın sarısı lüle saçları, mavi iri gözleri vardı. Ama tüm bu mükemmel çekinik özelliklere karşın çirkin bir çocuktu. İnsan ona bakınca ‘’Ne kadar çirkin!’’ diyesi geliyordu. Ve hayretle diyordu da.

Ayağını burktu, fena acımıştı. Ah diye inledi. Sonra elini ağzına kapadı, annem duyarsa beni öldürür diye düşündü ve alelacele çıktı topukluların içinden. Özenle yerine koydu, dolabın kapağını kapatmıştı ki annesi kapıda göründü. Sakızı yutmak zorunda kaldı.

-Yine mi rıfık? O allahın belası dolaptan da ayakkabılarımdan da uzak dur!

‘T..ta..mam’’ diye kekeleyerek cevap verdi rıfık. Ucuz kurtuldum diye düşünüyordu. Annesi dışarı çıkacağını arkadaşlarıyla buluşacağını söyledi ve dolaptan rıfıkın biraz önce koyduğu çirkin topukluları aldı.

-Uslu ol.

Diye uyarmayı ihmal etmedi. Yarım saat sonra hazırlanıp çıkmıştı. Rıfık yalnız kalınca önce biraz dans etti, sonra dolaptan biraz üzüm aşırdı. Sonra da sıkıldı ve televizyonun karşısına oturdu. Yapacak hiçbir şeyi kalmamıştı. Derken aklında bir şimşek çaktı. Tabi ya! Arkadaşını çağıracaktı, neden olmasındı ki, annesi yoktu ona kızamazdı. Ve geç gelecekti muhakkak, bu fırsatı iyi değerlendirmeliyim diye düşündü. Hemen ev telefonuna koştu ve içini ezbere bildiği evin numarasını tuşladı.

Telefonu süleymanın annesi açmıştı. Yaşlı kendi halinde bir kadıncağızdı. Cızırtılı bir sesle efendim dedi.

-Alo. Teyze. Benim, rıfık. Eııı süleymanla görüşecektim de. Orada mı acaba?

-Tamam derken ofluyordu kadın. Bu çocuğun arkadaşlarından bıktım diye düşündü. Telefon kulağına dayalı halde süleyman diye bağırdı. Rıfıkın kulakları acımıştı.

Süleyman holde göründü. Ne var anne dedi gıcık ergen bir çocuğun ses tonuyla. Rıfık arkadaşın, dedi annesi ona, telefonu da ahizenin yanına bıraktı ve mutfağa gitti. Akşam için kocasıyla planları vardı ve özel bir yemek hazırlıyordu. Bir de bugün paraya kıyacak şarap içeceklerdi. Hiç de özel bir gün değildi ama şımaralım istemişlerdi.

Süleyman telefonu aldı:

-Edendim rıfık dedi. Rıfık heyecan içinde:

-Sülo! Bize gel. Annem gitti oğlum. Hadi gel parti yapacağız.

Dedi aşırıya kaçan bir mutlulukla. Süleyman peki derken pek isteksiz görünüyordu. Hiçbir zaman evden çıkmayı sevmemişti. Rıfıkı da kullanıyordu doğrusu. Yalnız olmamak için okulda peşinde takmıştı onu. Ve rıfık çok güzeldi onun için, bu sayede havalı olacağını düşünüyordu. Çünkü kendisi baskın genli özellikleriyle fazla sıradandı. Kahverengi gözleri, düz pırasa saçları vardı. Kendini hiç sevmezdi sülo.

Bugün niye gidiyorum diye düşündü dolabının karşısına geçtiğinde. Geçen de bakkala çağırmıştı ve gitmiştim, öncesinde de bahçede oyun oynayalım demişti yine çıkmıştım. Şimdi neden çıkıyorum? Ben neden onun isteklerine hep boyun eğiyorum? Hayır diye reddetti kendini. Boyun eğmek değil bu, sadece canım sıkılıyor işte, bütün mesele bu.

Ve üstüne giyecek temiz bir şeyler buldu, saçlarını taradı, temiz koku sıktı tişörtüne. Hazırdı. Annesinden izin almadan, zaten onun işi başından aşkındı umurunda bile değildi oğlu, karşı komşusu rıfıkın evine gitti, kapıyı çaldı. Az sonra rıfık görünfü kapıda , büyük kocaman meraklı gözleri, pembe ruj sürdüğü kalın dudakları ve yapılı gibi duran parlak sarı saçlarıyla tüm ihtişamıyla duruyordu.

-Hoş geldin süleyman dedi tuhaf bir sesle.

Rıfık utanmış mıydı? Süleyman şaşırdı neden sülo demedi acaba diye sorguladı içinden. Bu kızı oldum olası anlamıyordu. Her hareketi olaylı, her söylediği tuhaf geliyordu süloya. Yine de çok sorgulamadı ve içeri geçti. Rıfık pembe elbisesini ve annesinin hafif topuklu botlarını giymişti ayağına. Bu sıcak yaz gününde oldukça komik ve salak görünüyordu.

Arkadaşını koltuğa oturttu ve bir şey ister misin diye sordu. Süleyman:

-Ne gibi? Diye sordu.

-Limonata gibi. Eımm başka.. Sadece limonata var.

Dedi mahcupça gülümseyerek. Sülo kafasını salladı ve istemediğini söyledi. Rıfık yine de mutfağa gitti, kendine bir limonata doldurdu ve sülonun karşısındaki koltuğa bacak bacak üstüne atıp oturdu. Yarım saat boyunca böyle boş boş oturdular. Rıfık limonatasını bitirmiş öfleyip püflüyor, süloysa bacaklarını altına almış, parmaklarıyla oynuyordu. Zil çaldı. Gelen rıfıkın annesiydi. Rıfık telaşla fırladı yerinden. Süloyu kaptığı gibi odasına kapattı ve sessiz olmasını söyledi. Kapıyı açtı, annesi eve girer girmez çirkin yumurta topuklarını bir kenara fırlattı.

-Çok yoruldum! Kızların çenesi bir türlü bitmek bilmedi.

Diye söylenerek salona geçti. Ayakları şişmiş makyajı dağılmıştı. Sen naptın diye sordu rıfıka, baygın gözlerle bakıp. Rıfık hiçbir şey diyemedi dili tutulmuş gibi sadece süloyu düşünebiliyordu. Az sonra annesi sıkıldı ve gözlerini devirdi. İşte bu sırada korkunç bir şey oldu.

Herkesin olmasın diye dua edeceği bir şey. Ama iş işten geçmişti bile. Bizim salak rıfık annesinin kocaman kaba ayakkabılarını ayağında unutmuştu. Hi diye hıçkırdı. Çünkü annesi görmüştü. Bir anda ayağa kalktı:

-Rıfık! Senn...

Sinirden konuşamıyordu kadıncağız.

-Allah belanı versin rıfık, çabuk çıkar onları diye bağırabildi en sonunda. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Rıfık annesinin bu kadar abartacağını bilseydi muhakkak hiç giymezdi ayakkabıları. Korkuyla çıkardı onları ayağından ve bir köşeye attı.

Bu annesini daha da deli etmişti, sinir krizi geçiriyor gibiydi, titreyen bacaklarıyla yeniden koltuğa bıraktı kendini.

-Gözüm görmesin seni. Çabuk git bu evden!

Diye fısıldadı. Rıfık çıplak ayaklarıyla evden çıktı, süloyu tamamen unutmuştu çok korkuyor dudaklarını bir türlü yukarı çekemiyordu. Annesi ona hiç böle kızmamıştı. Bir ayakkabı için olacak iş değildi doğrusu. Ama bizim çirkin rıfığın başına gelmişti işte. Kapıyı çektiğinde karşı komşularının kapısının açık olduğunu gördü. Bazı sesler geliyordu, inleme sesleri ve ağlama sesleri, merakla komşularının evine girdi. Sesler mutfaktan geliyordu. Kapı aralığından içeri baktı. Gördüğü manzara iğrençti. Teyzeyle amca tezgahın üstünde sevişiyordu ve kadın ağlıyor adam da korkunç inleme sesleri çıkarıyordu. Yerde devrilmiş şarap şisesi vardı, halıyı mahvetmişti. Gözlerini kapatıp uzaklaştı oradan. Ve hemen en güvenli oda olan sülonun odasına kapattı kendisini.