“alo. alo. alo. sesin gelmiyor. hey, alo. beni duyabiliyor musun? hey orda mısın?” yok. bugün yok. yarın da olmayabilir. muhtemelen  olmaz. dizginlemek kendini. ah, ne meşakkatli. sevmek. açgözlülük. doymak bilmemek. bebek gibi zırlamak arkasından. duymuyor. çok meşgul. ama ben açım. Çok eskiden beri acıkmışım ben. yetmiyor. yeterli değil hatta belki yetersiz. canım sıkılıyor. canım çok sıkılıyor. acayip sıkılıyor. içimde bunu yık, kır, dök, bağır çağır ama yok et bu duyguyu, yok et de umutsuzluğa kapılma daha fazla diyen bir ses var. işte o sesi ben ne zaman bastırsam da elimle bütün gücümü kullanarak en derine, bir anda çıkıveriyor. güçsüzüm kendime. öfkeleniyorum. öfkelendiğim için öfkeleniyorum. ne zaman saflaşabilecek düşüncelerim. ne zaman berrak suya dönüşecek zihnim ve sapsarı bir güneşe ruhum. her bıraktığımda daha da aşağıdan topluyorum kendimi. beşinci kattan düşmüşüm aşağıya. kalakalmışım orda ve kimsem de kalmamış. kimsem hiç olmamış belki benim. düşünmüşüm, hiçbir isim de gelmemiş aklıma. ne sen, ne o, ne herhangi biri. yalnızca ben, altıncı katta takılı kalan asansör, uzaktan kahkaha sesleri ve soğuk mermer. gecenin bir vakti. sahip olamadım. bana sahip de olunamadı. umutsuzum, çünkü heves denilen şeyin etkisi önemli ölçüde büyük. hevesin kaç canı var bilmiyorum. büyük kumar oynuyorum. bir canı gitti fakat devam ediyorum heves etmeye. bu sefer körü körüne değil ama. yok öyle uçuk kaçık aşk hikayeleri, filmleri yok. aklı başında artık. yattığım yer kocaman bir boşluk yaratsa da kalbimde, sakinim. en azından sakinim diye bir süre kendimi geçiştiriyor ve kandırıyorum. derin bir nefes alıyorum. öfkeliyim. ama en çok kendime.