"ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı"


Ateşin üstüne bir gül atmışlar

Ateş dayanamamış gül acısına


Ben senin dikeninle kanadım

Eksildi özümden dünyanın rengi

Sözümde azalırsın, ürkerim yüz dönmeye

Alışırım sabahın şerrinden,

Bıraktığın yerimden devri seyretmeye

Teselli olmaz.


Anarım Zâl'i Sîmurg'un nakışlarında

Yanar güneş, yanar yüzün, yanarım

Ararım özümü eski bakışlarında

Aklım evvele gider, bağ bozumlarına kalırım

Felaketli tragedyalar çağrılır

Aç kuşlarla etimi paylaşırım.


Ağam karışamadım çağın yenisine

Hangi istasyondan düşerim Fuzûlî'nin çadırına

Ütülü gömlekler giysem yüz görümüne

Sıyırır mı bu acıyı yüzümden?


Yine de olsun.

Kapansın ustamın kepenkleri

Sevdalar yarım kalsın

Bahçeler kudursun çiçekli eteklerine

Nesîm-i nev-bahar çıkışsın saçlarına,

Estiğinden utansın.


Gül-i ranâ ki kızıl ateştir

Tutunmuş dikenlerinden ellerime

Ol hûba hâletin ilet demişler

Ben hayrân-ı nâr-ı cânım

Ağyar götürsün yerime.


Bir gül çıkmış ateşin içinden

Ateş kana düşmüş gül hasretinden





Fotoğraf: Serhat Tepe