Gelme buraya senin için katlıyorum.


Güneş yeni doğdu ve ufukta bir leke göze çarpıyor. Gözleri serap mı uydurdu, kıyamet mi geliyor? Dün burada olmadığına emin. Uluyan farklı sürülerin arasında yaktığı ateşi, her saat başı harlamak zorunda kalarak geçirdiği uzun gece nihayete erdi. Göğün ilk renkleri gecenin mavisini ele geçirirken sürüler de uykuya dalmıştı. Uyumsuz ve detone sesler mesaisini bitirdi. Belki yarım saattir yaslandığı ağaçtan, rahatlıkla lekeyi seyrediyordu. Hareketsiz olmaktan yorulmuş olsa gerek, doğruldu ve belini kütletti. Güneşi selamlayan gerinme hareketleri esnasında da gözünü ayırmıyordu lekeden. Ne acayip şeydi şu leke! Bir anda girivermişti hayatına. 

Ateş aralarında kestirebildiği kadar kestiriyor ama daha çok pür dikkat kulaklarıyla sürüleri kolaçan ediyordu. Bir kurt saldırısına karşı tetikte olmak zorundaydı. Av olmak kaderi olduğundan değil, avların sahibi olduğu için ve çevrelerinde volta atmanın zahmetini, yaşlı bedeni kaldıramadığından, tam ortalarında bir aziz gibi dikilmekte karar kılmıştı. Altı farklı türde, sayıları 10-15 arasında değişen sürüleri geçen yaz görmüş, çöldeki göçebe hayatını terk ederek kuzeye yönelmişti. Yol oldukça uzundu, bir buçuk ayını almıştı. Sıcağın yırtıcılarından korunmak için uykusuzluk pahasına geceler ve gündüzler devirmişti. Adım bastığı yerde tek bir yaşayan kaktüs yoktu ve birkaç leşin kemiklerinden ibaretti gerisinde uzanan. Bir deri bir kemik kalmış halde çölü bitirdi. Karşısına çıkan yeni bitki türlerini şaşkınlıktan uzak gözlerle inceledi. Gözlemi hayli kısa sürdü. Çünkü onlara az kalmıştı.

—Hadi bize, bizi nasıl bulduğunu anlat.

Sürülere azgın dereyi geçtiğinde varmış olacaktı. Önce seslerine dikkat kesilerek ilerlemişti, şimdi ise gürültünün içindeki tere bulanmış kokularını alacak kadar yakındı. Tehlike demekti bu, sahip olmaktan önce. Sol bacağına sağlamca bir iple sabitlediği odun parçasını, kördüğümünden kurtardı ve iki eliyle sıkıca tuttu. En iyi sürü, onun sürüsü olmalıydı. Ve bunun için sakin bir dereden çok sağlam bir sopaya ihtiyacı vardı.

Ufkun karası giderek küçülüyor.

Yaşlı, yorgun bedenini güçlükle doğrulttu. Yeni keşfi olan kozalaklara doğru ağaçların arasında gözden kayboldu.

—Acayip olan kim, diye seslendi bir…