Güz, etkisini yavaş yavaş göstermeye başlarken ve hissettirirken hüznünü. Gözlerim, gökyüzünün griliğine ve yüreğim havanın kasvetine dalmışken.

Umut, o yoğun bulutların ardından bana ulaşmaya çalışıp her seferinde başarısızlığa uğrarken ve düşüncelerim gönlümün taze çiçeklerini, gerçekliğiyle bir bir ezerken.

Geçmiş, önüme engeller bırakıp doğru bildiğim yolda yürümemi engellerken ve ihanete uğramış gibi büyük bir sarsıntıyla duran adımlarım geri dönmeyi kendine menzil belirlemişken.


Korktum.


Olmaktan korktuğum yerde ve hep kaçtığım düşüncelerle savaştığımı fark ettiğim an, korktum.


Aslında insan, neyden kaçıyorsa ve düğümü nereden çözmeye çalışıyorsa tam oradan daha sıkı bağlanıyormuş. Uzun sandığı yollar aslında kısacıkmış ve gözünde büyüttüğü her şeyi heybesine yük diye alıyormuş.


Bir varmış, bir yokmuş...


İnsan, yüreğindeki ağırlığı hafifletmek için çıktığı engebeli yolda kendiyle karşılaşmış, kendini tanımış. Sonra fark etmiş ki, yüreğine ağırlık diye bindirdiği de uykusuz geceleri ömrüne ekleyen de kendisiymiş. Kırk kez, tekrar etmiş. Meğer insan, en çok kendi yansımasından korkarmış. Kimse kendisi gibi yara açamazmış ve kimse ona, onun kadar acımasız davranamazmış. Bildim. Bildim ve tasdik ettim.


Çıktığım şu yolda, heybeme düşenin yalnız beklemek değil, aramak olduğunu anladım. Anladım ki yol, yalnızca gözlemek için değil, gitmek için de var. Ve anladım ki insan; nereye tutunsa, neyle kapamaya çalışsa da üstünü, kendi açtığı yarayı ancak kendi sarar.


-

23.09.18