Bazen de gözün daha fazlasında olmuyor. Hep aynı işi yapmak değil, aynı olamayacağın fikri korkutuyor. Bir standart, rutin arıyorsun. Bi' bakıyorsun herkes sanki yolunu bulmuş, iyi kötü bir düzenleri var.

İsmail, ben hep kapıda kalmış gibi mi hissedeceğim?

‘‘E akşama gelirsin artık.’’ deyip işe kaçıyor İsmail. Arkasından bıraktığı boşluğa ‘‘Al işte,’’ diyorum, ‘‘herkes yolunu buluyor”.

Der demez kapı çalıyor. Elinde poşetlerle, içeri alayım diye bakıyorsun gözümün içine. Senin için eli kolu dolu gelmek, af dilemek demek. İsmail bir bokunu unutup geri dönseydi de seni tekrar görmeseydim, fikri yerleşiyor içime o an. Hatırladığım gibi değilsin. Yerime koymaya çalıştığın her şeyi okuyorum suratından, artık başka biri olamamanı da öyle. Hatırladığım gibi değilsin ama başkası da olamamışsın, yaşanmışlık mı diyorlardı buna? Sadece haklılığını şimdilik askıya almışsın, hayatın seni savurduğu yerleri dinlememi ve geçen yılların açığını kapatalım istiyorsun. Nasıl, tanımışım seni değil mi? Hâlâ istediğin ve zannettiğin kadar uzaklaşamamışsın benden?

Bir market alışverişiyle her şey eskisi gibi olacak umudun çok çocukça geliyor. Senin adına seviniyorum, içinde ölmeyen bir tarafın kalmış demek ki, diye. Sana baktıkça İsmail’e ve içimdeki oyuntuya alıştığımı fark ediyorum.

Kapıyı suratına kapattığım için bir müddet bana sinirlenecek, sinirin geçince hak verecek ve bir süre kendine çıkar bir yol bulup kafanı dağıttıktan sonra yine haklı hissedeceksin. Nasıl, tanımışım seni değil mi? Tanıdım ya.

Hava almaya çıkıp iki tur daha aynı caddeden geçtikten sonra İsmail’i almaya gidiyorum. Hiçbir şey anlatmıyorum, o da hiçbir şey anlatmaz. Beraber sahile doğru yürüyoruz, boşluğu görmenin en iyi yanı bu sanırım, artık diyalogla vakit kaybetmiyorsun.

Deniz havası, birkaç sosyolojik tespit ve sonrasında dondurma yemekte karar kılıp bir büfeye ilerliyoruz. Yaz geliyor, aynı şeyleri yapıyor olmanın huzuru ilişiyor içime. Ilık rüzgârların her zaman iyi ve ait hissettiren bir tarafı var. O kadar güzel ki.