Selam dünya!
Hayatımın en az zihnim kadar dağınık olması sebebiyle düşüncelerimi ve yazdıklarımı bir türlü toparlayamadım. Başta bana biraz gizem kattığını düşündüğüm davranışlarımın artık içinden çıkamadığımı anladığımda yirmi dört yaşındaydım. Belki de kendime itiraf edebildiğimde...
Buradan kimseye seslenmiyorum. Hoş, zaten buradan seslenince kimse duymuyor. Burada dünyadan başkası için iki satır karalamıyorum bilinsin.
Ne hoş bir çocukluk geçirdim biraz bahsedeyim isterdim ama insanın çocukluğu bir tezgahın başında Osmanlı macunu yemeyi beklerken geçiveriyormuş inanın buna. Çocukluk dünyanın en salak şeyi. Dolayısıyla biz yetişkinler ya da koşup yetişemeyenler olarak bu salak duyguyu sık sık özleriz. Çünkü biz insanlar elimizden giden her şeyi kıymete bindirmeye bayılırız. Bakınız bir laf var: ''Kör ölür badem gözlü olur.''
Tabii çocukluğum bundan ibaret değil. Çok daha fenaları da var. Hem zaten benim çocukluğum hatırladığım kadar değil, öğrendiğim kadar. Çok büyüdüğüm için yazmıyorum bunları. Hiç sahip olmadığım bir hayatı anlatıyorum. Çünkü biz sahip olamadığımız hayatı güzellemeye de bayılırız.
Bunları bir ölüm beyanına girizgâh yapmak için anlatıyorum. Yoksa yemişim çocukluğunu. Dünyada olmayı sevdiğim çok az an bulabilirim ama burada olmaktan o kadar nefret ediyorum ki geri gidip eski anları yeniden yaşamamak için her şey boktanmış gibi yapmayı tercih ediyorum.
Sevdiğim çikolataları da yazabilirdim fakat bir ölüm beyanı yazmayı tercih ettim. Kimseyi suçlamıyorum. Benden önce benim tam bir fiyasko olduğumu gören hiç kimseyi suçlamıyorum. Hiçbir zaman o düşündüğüm kişi olamayacaktım, belli ki birileri benden önce görmüştü benim ne bok olduğumu.
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte saman kağıtlarına okunması zor bir mektup bırakarak buradan ayrılmayı çağa uygun bulmadığım gibi hâlâ yazdıklarımdan ekmek yemenin de peşinde olabilirdim. İşte aslında ülkenin ekonomik durumu budur. Baktığımız zaman insan hayatı acıları kadar ucuzdur.
Hayatın kanaatinin iyi insanları daha da iyi etmek için olduğunu, yeteneklerimin herkes tarafından kolayca sahip olunabilecek, üstelik para etmez şeyler olduğunu anladığımda yirmi dört yaşındaydım. Belki de benim için bu yaşın sonlarıydı. Dünyayı dört bir yanından saramadığım için içinde olmayı da hak etmiyordum. Ruhsal sancılarımı gözlerim kan çanağı olmadan çekmeliydim. Uykumu almış olarak uyanmalı ve sağlığımı korumalıydım. Herkes ne yapıyorsa ben de yapmalı, ne yapmıyorlarsa ben de yapmamalıydım. Fakat yapamıyordum, yapamadığım gibi bunun için mümkün olan her an aşağılanıyor ve suçlanıyordum. Giderek çirkinleşip, zayıflamam sanki bana dünyanın yaptığı bir şey değil, kendi kendime yaptığım ve keyif aldığım bir hastalıktı burada olmayı sevenler için. Buraya uygun olmadığımı onlar da biliyordu ama bana şekil vermek için her şeyi yapıyorlardı.
Ben bir omurgaya sahibim ve dünya için ancak bu kadar bükülebildim. Dünyayı size bırakırdım ama sonra el alem ne der? En iyisi ben gideyim dünya da yalnız kalsın.