Dosto baba ve yirmilerinde bir kız.
Dünya kadar yazsam da dünyayı geçemeyecek, hazineye ulaşamayacaktım biliyorum. Düzeni değiştirmenin yolu; onu yok etmek değil, ondan kaçmak da olabilir. Bence insan kaçarak bir bok olamaz ama burada daha fazla kalmak da bir bok olmak değil.
Bakmayın yaşının yirmi dört olduğuna, bu kız kendini daima ikiyle çarptı ama bilemedi iki kere ikinin dört olduğunu. Dördü bilenleri de gördük demek vardı. Tabii bulunduğum konumda mümkün değil bunu söylemek. Aslında ben Allah'la da hep bu yüzden tartışıyorum. Dünyada O'nun kılığına girmiş kişiler de var. Hepsini tanıyorum. Önden gidersem belki halimi arz edebilirim manasında bu kadar anlatıyorum.
Aklıma gelen her şeyi yazmalıyım, yarın çok geç olabilir. Ya da akılda tutması kolay olsun diye bir Şubat daha katledilir tarafımdan.
Bu oyunda başarısızsam eğer oyunu terk edebilmeliyim. Bunun için oyun kurucu beni cezalandırmamalı. Çünkü hem burada oluşum canını sıkıyor siz dünyalıların, hem de gideceğim diye ağlıyorsunuz. Asıl mızıkçılık sizinki. Benden başka kişilerin de kalbini kırabilirsiniz. Beni öldürmeleriniz size yeterli gelmediyse artık siz de kendi başınızın çaresine bakabilirsiniz öyle değil mi sevgili azmettiriciler?
Ah, yok yok. Yalnızca dünyaya yakınıyorum. Daha sıradan şeyler anlatmayı kendime pek yakıştıramıyorum galiba. Mesela ölmeden önce yapılacaklar listesi gibi. Gizli bir günlükten falan bahsetmeliydim belki de. Hayallerim de olabilirdi. Çürümüş bir ahşap masada fakirlikten yıkanamayan ve delik paltosuyla, bitmek üzere olan mum ışığında dünyanın en iyi romanını yazan bir başka Dostoyevski olabileceğimi hayal ettiğimi söylesem komik mi gelirdi? Ben gülümseyerek yazıyorum. Dostoyevski olmak beni yıkanmaktan vazgeçirebilecek tek şey olabilirdi. Parmaklarım çürürdü yazmaktan fakat sonuçta ben bir Dostoyevski olurdum. Bilirdim ki benden yıllar yıllar sonra yaşamış bir küçük kız bir gün ben olmayı hayal edecek. Neyse ki Dostoyevski ile kendimi sadece tren yolculukları yaparken tanışmış eldivenli bir hanımefendi olarak aynı sahnede hayal edebiliyorum. Onunla da hikayemiz bu kadar. Hemen hemen dünya ile aynı.
Romandı, hikayeydi derken. Artık öldükten sonra ün kazanma devri de bitti sanıyorum. Zavallı annem öldükten sonra ünlü olacağımı düşündüğü için ara ara bana acıyan gözlerle bakar. Ben de üzerimde acınacak tek şeyin onun gözleri olduğunu anlatmaya çalışırım o tencerelerin sırtını kaşırken.
Dünya demiştik, hatasız ilerlemek ya da o hatalardan dönmek için hiç uygun bir ortam değil. Altımıza sıça sıça geldiğimiz bu yerde tek amacımızın altına sıçıp, hatalar yapacak sonunda bir yerde canına kıyacak çocuklar yetiştirmek olması çok saçma. Tabii yaptıklarımızın ot değil insan olduğuna emin olursak saçma bir yer. Bazı otlar da var hem sıçıyor altına, hem de kepaze bir şekilde sıkmıyor kafasına. Ot olmak bir seçim olsaydı sanırım yine altına sıçıp, kafasına sıkan küçük bir insan olmayı tercih ederdim.
Bu da bir sıçış hikayesi. Bayılırsınız içine sıçmaya. Hayatımızın.