İnsanlar bazen gün içinde korktuğumda kendime ağlamak için zaman ayırdığımı söylediğimde şaşırıyorlar. Yüzlerindeki ifade hep aynı: anlamayan, anlamaya çalışmayan bir tür şaşkınlık. Sanki yanlış bir şey söylemişim, bir tabudan bahsetmişim, gibi bakıyorlar. Çoğu, bunu bir zayıflık olarak görüyor, bunun farkındayım. Bazılarıysa düpedüz bir kusur. Sonrasında ardı sıra o tanıdık, bir şey ifade etmeyen sözler: “Korkulacak bir şey yok.”

Kendine korkmamayı söylemek…

Bu, bana hep çok tuhaf geliyor. Kendine susmanı söylemek gibi. Kanayan bir yaraya, “Dur,” demek gibi. Ama durmuyor. Kan akıyor. Korku da böyle. Bastırılmıyor, gizlenmiyor. Sadece derinlere çekiliyor ve sessizce orada kalıyor.

İnsanlar korkuyu bir hata gibi görüyorlar. Oysa korku bir gerçeklik. En çıplak haliyle bir varoluş gerçeği.


Korku, yaşadığını hatırlatıyor insana. Ama aynı zamanda bu varoluşun ne kadar hassas, ne kadar kırılgan olduğunu da fısıldıyor.

Her ruh korkar.

Her kalp bir an durur, tereddüt eder.

Bu tereddüt, damarlarındaki kanı soğutur bazen. Her şey ağırlaşır. Korku, sessiz bir ağırlık gibi içine çöker. Ve insanlar, o ağırlığı yok saymanı bekler. Ama yok olmuyor. Sadece daha görünmez oluyor.


Ben bunu yapmıyorum. Korkumla baş başa kalmayı seçiyorum:

Duruyorum.

Hissediyorum.

Bir taş gibi olduğumu düşünüyorum bazen. Sert, soğuk ve hareketsiz. Hatta belki de bir taştan ibaretim, kim bilir? Ama içimde bir yer, o taşın altında kalan yumuşak bir toprak gibi. Orada korku var işte. Ve o, oradan hiç gitmiyor.


Bazen bir şey olmuyor.

Sadece hissediyorum.

Kalbim bir süre yavaşlıyor, sonra hızlanıyor. Gözlerim bir noktaya dalıp gidiyor. Ama her şey o kadar ağır ki… nefes almak bile bir görev gibi.

Korku tam da bu.

Seni durduran, ama aynı zamanda harekete geçemeyecek kadar kilitleyen bir şey. Bir çatlaktan sızan bir ışık değil. Hayır, sadece bir çatlak. Seni oraya bakmaya zorlayan bir iz. Köprüde bir kırık gibi. O köprüyü geçip geçemeyeceğini bilmiyorsun. Sadece çatlağa bakıyorsun.


İnsanlar korkuyu “yenmen” gerektiğini söylüyorlar. Ama neden?

Bu bir savaş değil. Bu, hayatın bir parçası. Bacaklarım titriyor, ellerim üşüyor, bazen durup kalıyorum.

Ama neden buna bir çözüm arayayım ki?

O anlarda kimse olmuyor yanımda. Sadece ben ve o korkum. Ve sessizlik. Korkuyu dinlemek, onu anlamak gibi bir şey değil bu. Daha çok, onun varlığıyla yaşamayı öğrenmek. Lâkin bunu bile açıklamaya çalışmak yorucu.


Korktuğumda bir şey çözülmüyor. Ama bu, deneyimden kaçmam anlamına gelmiyor. Duruyorum.

İçimde ne varsa, hepsini birer birer hissediyorum. Bir yıkım gibi. Bir ağırlık gibi. Bir taş gibi. Ve o taş, benim bir parçam.