İçimdeki tavuğu gizleyemiyorum. O benden daha iri ve daha fazla tüyü var. Ayakları pençe gibi, rahmime batıyor. Canı biraz solucan çektiğinde soluk boruma gagasıyla vuruyor, aceleci çok bekletemem, bir keresinde bunu denemiştim, kan tükürdüm. İşlevsiz kanatları olduğunu sanırsınız, ama ürperdiğinde ve özgür bırakılmak istediğinde onları şiddetle çırpıyor. Çok fazla korkuyor ve çok nadir dışarı çıkmak istiyor. Yıllar önce dışarı çıkmaktan son anda vazgeçti, ben bunu yapabileceğimi söylediğimde. Ve sanırım doğumumdan birkaç yıl sonraydı, onu dışarı çıkarmıştım, henüz yavru bir tavuktu diz kapağımdan ayağıma kadar. Boğazıma elimi sokup çekmiştim. Tüylerinin birazı elimde kalmıştı ama temiz işti. Bacağıma sokulup odanın renklerini, beşiğin demirlerini izlemişti ve sonra yeniden içime tıkmıştı kendini. Bazı dönemler hastalanır, öksürüklerini ve hırıltılı nefeslerini dış dünyadan gizleyemem. Okulumdaki çocuklar bana tuhaf gözlerle bakardı, öğretmenimse çok kez sınıftan atmak zorunda kalmıştı beni. Bir gün parkta oturuyordum hırıltılı, bu sefer hasta olan bendim. Yanıma yaşlı ve ayyaş bir kadın gelip oturmuştu. Dili dönüyordu konuşurken, içimdeki tavuğu anlatmıştım ona. Onu eğitmemi tembih etmişti, ben de ona alkolü bırakması gerektiğini. Gülmüştük. Bazen doğum yapması gerekiyor, bağırsaklarımla geçen yorucu gecelerin sonunda. Seslerini duyuyorum ama kulaklarımı kapatamıyorum. İnleyen ve zevk dolu sesler. Sabah yorgun geliyor sesi, üç gün tuvalete çıkamıyorum. On gün sonra yumurtladığını söylüyor. Bir köşeye bıraktım, hallediver, diyor tiz sesi. Her ne yapıyorsam kalkmak ve uzak yerlere yürümek zorundayım. Bir tarla, bazen terk edilmiş ağaç kovuğu, bir pis bez buluyorum. Yumurtalarını öğürmek zahmetli ve uzun bir iş, üstelik boğazımdan geçerken kırılıyor. Saatlerce sırt üstü uzanıyorum. En küçük kabuğun çıkışına kadar devam etmek zorundayım. Bir keresinde yapmayacağımı söylemiştim, yumurta olgunluk evresine gelmiş. Tavuk bana yer kalmadı çabuk çıkar bunu diye çığlıklar atmaya başlamıştı. Komşularım geceleri uyuyamıyoruz diye kapıma dayanmaya başladı ve ev sahibimden üstü kapalı tehditler aldım. Sanıyorum en kötü dördüncü gecemi o günlerde yaşadım.

İçimdeki tavuğa bir isim vermek isterdim. Eskiden bunu düşünmüştüm. Tavuk bana işleri daha da zorlaştırmamı söyledi. İnsanların bana şüpheyle bakmasına alıştım. Cüsseme göre iri kıyafetler giymeye, klozete dimdik oturmaya alıştım. Çünkü hem kendi işimi hem tavuğun işini görüyorum. Ve bazen onun için üzülüyorum, içimin çok kötü koktuğunu söylüyor, lezzetli canlı solucanlar yiyemediğinden şikâyet ediyor. Onun için uygun değilim bunu biliyorum, doğrusu tüm isteklerine yeterince hızlı koşmuyorum. Dışarıdaki insanlar için sergilediğim kimlik ve onun için edindiğim kimlik çarpışıyor, birbirine zarar veriyor dahası yok etmek zorunda.

İçimdeki tavuk son zamanlarda çok uyuyor. Dışarıdayken tek ayak üstünde duruyor ve daha fazla ağırlık bindiriyor üstüme, bundan keyif aldığını biliyorum. Uyandığımda ağzımın içinde kafasını hissediyorum. Gagası açık, nefesi yavaş. Onu uyandırmadan banyoya gidiyorum. Aynadan yansımama bakıyorum, ağzımı sessizce açarak. Kapalı küçük gözlerine ve şişmiş suratına bakıyorum. Gözlerime bakıyorum, büyük ona kıyasla ve açık. Bir saat geçiyor, iki ya da beş saat. Tavuk uyanıyor. Büyük gözlerini açmış, beni seziyor. Bir ayna tutuyor kendine. Küçük gözlerimi ve şiş suratımı seyrediyor.

İçimdeki tavuğu gizliyorum.