Uzun, kısa ağaçlar yan yana ya da birbirinden uzakça duruyor. Dağlar, kucağında bulutları okşuyor ve yer yer yeşile boyanan topraklar, bazı yerlerde elini eteğini çekip gidiyordu. Gözlerini ağır ve aksakça takıldığı yerlerden kopmak istemiyordu ama buna mecbur bırakılışı için hüzünleniyordu. Füruzan insanlardan kopmak için her şeyi enine boyuna inceliyor, tartıyor ve içine kadar başka şeylerle dolmak istiyordu. Bense onun bakmadığı bir pencereden onu izliyor hayretle hayata tutunuşuna hayran kalıyordum. Gözlerinin arabanın penceresinden çaresizce kaçışına, tüm dünyayı ardında bırakışına şahit oluyordum. Saçlarına uzanıp okşamak, dizlerime yatırıp uyutmak istiyordum. Ben bunları düşünüyorken, o bu sevginin uzağında kalmak istiyordu. Ama onu sevmek istiyordum, sadece sevmek... Ufak konuşmalara bile yer yoktu bu arabada, sadece sallanan bedenlerimiz yan yana ve yalnızdı. Yan yana ve yalnız. Bense bu yalnızlığa boyun eğmeliydim. Dudaklarımı çatlatıp sözcükleri çıkaramıyordum içimden. Gözlerini koparıp pencereden bana baktığında önemli hissetmiştim.
“Şu ağacı görüyor musun Behzat?”
“Tek olandan mı bahsediyorsun?”
“Evet...” dudakları titriyordu.
“Evet canım, gördüm. Bir şey mi oldu?”
“Kendimi o ağaç kadar yalnız hissediyorum.” Bu sefer gözleri dolmuştu ve bir kez yutkunmuştu. “Zaten hepimiz yalnız değil miyiz? Kalabalıklardayken, kalabalıklardan sıyrılırken... Dönüp kendimizle baş başa kaldığımızda. Yalnızız işte. Peki buna niçin bu kadar hüzünlendin?”
“Bir keresinde annemle yolculuk yaparken elini uzatıp bana böyle tek bir ağaç gösterip ne güzel değil mi? diye sormuştu. Şimdi anlıyorum ki insan yaş aldıkça yalnız kalabilmenin önemini daha çok anlıyor. Olgunlaştıkça artık vazgeçmeyi, kabul etmeyi, sabretmeyi, gitmeyi, bırakabilmeyi daha iyi anlıyorsun. Bu ağacı görünce farklı duygular hissettim. Annemle anım aklıma gelince hüzünlendim niyeyse.”
“Seni anlıyorum, bazı şeyler insanda bir burukluk bırakır.”
Füruzan’ı seviyordum. Yenilen tarafını, kazanan tarafını seviyordum. O günü ve bu konuşmaları hiç unutmamıştım. Onu havalimanına götürürken içimdeki pasif yanardağ aktifleşmiş vücudumun her yerine bir sıcaklık dağılıyordu. Hiçbir zaman duygularımı anlatamamıştım ve içime çakılıp öylece kalmıştı her şey. O gidecekti ve yalnızlık gerçekten yalnızlık olmuş olacaktı. O gidecekti ve ben o gösterdiği ağaç gibi dünyada bir yerde öylece onsuz kalacaktım. O olgunlaşmak diyecekti… Bense bin kez çocuk kalacaktım vazgeçmeyi kabul etmeyerek. Arabanın kapısı açılmıştı ve Füruzan arabadan inmişti… Böylece kollar açıldı şefkatle ve doyasıya sarıldı iki insan. Kollarını üzerimden çekip yavaş yavaş ilerlerken ve yeni hayatına süzülüyorken Füruzan. Bakmak nedir sahi böyle anlarda, görmek nedir? Diye düşünüyordum. İlk bedeninin sıcaklığını duyumsuyorken vücudum yavaşça soğuyor sonra adımları bir bir uzaklaşıyor… Sonra birden hiç yokmuşçasına silinen görüntüsü bir boşluk gibi üzerime sinip duruyor. Şimdi uçakta olmalı muhakkak. Bense tıngır mıngır arabanın içinde çocuk gibi ağlayabilirim. Ve cama bakıp dünyanın akışını nasıl sensiz izleyebilirim, ağaçlar, çimler, toprak börtü böcek kaçıyor gözlerimden hızla… Ve sen gidiyorsun.
Birden gürce bir ses “Ne oldu Behzat ağabey, üzüldün mü?”
“İnsan üzülmez mi be Necip? Füruzan çok değerli biri.”
“Erkek adam üzülür mü hiç Behzat ağabey?”
“Üzülür elbet sonu hicransa eğer.”
Tabi Necip bunu yaşamadan bilemeyecekti elbet.
Sonra tekrar müziğin sesini kısıp, "Füruzan değil herkes değişir be ağabey. Şimdi oralara gidince seni beni mi bilir hiç.”
“Öylemi olur sahi Necip?” Ona inanmak istemiyordum ama sahi öyle olur muydu?
“Tabi ağabey öyle olur. Boşa dememişler gözden ırak olan yürekten de uzak olurmuş.”
O günden sonra her yolculuk yaptığımda o ağacı görür istemsizce hüzünlenirim. Füruzan’a duyduğum o sevgiyi hatırlarım. O her yere yayılan yokluğunun hissini duyumsarım. Ve böylece giderim renklere bularım her şeyi… Ve böylece sanatın beni rahminden dünyaya fırlatışını izlerim. Ve böylece uzaklara gidemeyen ellerimi kavuşturmanın bir yolunu bulurum. Füruzan’ın o günden sonra hayatımdan bir kuş olup kanatlarını açıp gitmesi, benim duygu dünyamdaki en derin yerlere yayılmamı sağlıyordu. Ve böylece tablolarımda daha çok doğa içerikli şeyleri işliyor ama duygularımı yansıtacak şeyleri barındırıyordum. Tablomda sarı otlar üzerinde tek bir ağaç vardı. Dalları soluk yeşil, arkası da sisliydi. Ve gri bulutlar vardı bu tabloda kendimden kattığım bir kız çizmiştim o da Füruzan’ı temsil ediyordu. Füruzan’ı çizdiğim resim çok beğenildi ve hatta diğer tablolarımda satıldı ve daha sonrasında birkaç dergi ve söyleyişe katılma fırsatı buldum. Aslında Füruzan’ın boşluğu beni iş hayatımda ve iç dünyamda yüceltmişti. Ama o boşluk hissini yok edememişti. O gün söyleyememiştim ama şimdi söylüyorum. Sevgili Füruzan,
Abbas Kiyarüstemi’nin söylediği gibi;
“Ama elbette ki yalnız bir ağaç, birkaç tane ağaçtan daha ağaçtır.”