Sessizlik titreyerek dudakları kısılmış kapana; kapan yummuş gözlerini ve tükürmüş sözlerini.

Sözleri, gemileri batıran pusulasız bir tını.

Zihninde sergilenen oyunların her perdesinde kayıplar veriyor, yıkılmadığı her dalgada sonsuz yokuşlar çiziyor.

Yaşamı, ruhunun ortasında atan yaslı bir düş ezgisinde yitiriyor.

Parmaklar dolanıyor birbirine; bıkkın ve çalınmaktan çellonun tellerini yırtmış senfoniler misali...

Avuçlarına bulanan akıllanmaz boya lekeleri göz bebeklerine sönük ve kaçık bir serap düşürüyor.

Gökyüzü kendine has pususunda saklıyor tiz ve kirli çığlıkları.

Karışık saçlar tutamlarından ilmek ilmek kendi girdabının çeperini örüyor; ufku bulanık, yarınsız fırtınalara boyun eğen bir eşikte devriminin ortasında doğarken.

Kıyıya vurmuş, yitik ruhlu balıkların çehresinde kendimi seyrediyorum.

Yüzgeçleri var, üstü kırgın ve lekeli kargaşaya çalan.

Çocuklar var üstleri yırtık pırtık; dikişsiz gömlekli, parçalı bulutlu bakışları yakan.

Bir meşenin kovuğunda soluklanıyorlar, yaprakların ince hışırtısında bitiveriyor ıslıkları.