Hangi harita bana kaybolmadan önceki yerime dönebilmem için en uygun yolu gösterebilir? Hangi kalkan, ben o yolu arşınlamaya başladığım andan itibaren etrafımda dönüp duracak canavarlardan koruyabilir beni? Hangi yara bandı hiç açılmadığı için can yakan yaralarımın üstünü kapatabilir ve hangi ilaç, hangi merhem bunu dindirebilir?


Tam olarak kaybolup kaybolmadığımdan emin olamıyorum. Gerçekten kaybolmak böyle olur bence. Tamamen korkudan ziyade şüphe de olmalı insanda. Çevresindeki hiçbir yolun onu istediği yere götüremeyeceğini bilmesi değil hangi yolun onu, istediği yere götüreceği konusunda emin olamaması bence kişiyi kaybolmuş kılıyor.


İki farklı çerçeveden bakılabilir kaybolmaya. Kaybeden kişi olmak ile kaybolan kişi olmak. Ancak ikisi de aynıdır bir noktada. Kalemin kaybolduğunda mesela, kalemini bulmak için gitmen gereken yoldan emin olamazsın. Birini kaybettiğinde hangi yolun ona gideceğini bilemezsin. Belki onun evine gidecek yolu, sokağı, caddeyi bilirsin ama onu çıktığı kapıdan geri dönmesini sağlayacak yolu bilemezsin. Birçok farklı kaybetme çeşidi olsa da bence hepsi bir noktada aynı gibi. Hayatımın birçok farklı noktasındayım ve hepsinde kayıbım, kayb’ım. Bulunduğum hiçbir noktada kestiremiyorum nereye gitmem gerektiğini.


Bir labirentin ortasında olmaktan ziyade bir örümcek ağının ortasında gibiyim. Yapışkan olmayan bir örümcek ağı. Orada mahsur değilim, hangi ağı takip edersem edeyim bir şekilde örülmüş olan ağın dışına çıkabileceğimi biliyorum. Bilmediğim şey ise örümceğin beni yakalamak için ağın dışarısında bekliyor olması. Ağın yapışkan olmamasının olayı bu çünkü.


Kişiyi direkt olarak yakalayıp hapsetmekten daha acı verici olan şey ona, kurtulma fırsatı olduğunu düşündürtüp yakalamaktır. Belki böyle değildir, belki direkt olarak yakalayıp hapsetmek daha acı veriyordur bir şekilde. Emin olduğum söylenemez. Kaybolmuş biri olarak, doğru cevaplara da ulaşabildiğim söylenemez.


Pazarda kaybolmak, istasyonda kaybolmak kaybolmaların en nahif haliymiş sanırım. Yanında ailen varsa birinin seni arıyor olduğunu bilmenin güveni vardı o zamanlar. Şimdilerde beni kim arıyor kaybolduğum yerlerde? Kaybolduğumun farkında olmadığım zamanlarda belki arayan birileri vardı; vazgeçmişlerdir şimdi.


Tüm yazıyı kaybolma kavramına ithaf etmek istemiyorum aslında. Öylesi fazla sıkıcı olur. Yazdıklarımı sadece siyaha değil başka renklere de boyamak istiyorum. Gökkuşağı gibi renkli olsun yazacağım tüm yazılar. Şu ana kadar, gökkuşağı gibi renkli olabilmeyi belki başarmışlardır fakat gökkuşağı kadar büyüleyici olmadılar, olmamışlar. Daha iyi yazmanın yollarını ararken de kayboldum çünkü. Beni bir defineye ulaştıracak cinsten bir harita da aramıyorum aslında. İçi sarı ışıklarla parlayan bir sandıktan daha çok ipuçları arıyorum. Bulacağım tüm ip uçlarını birbirine bağlayıp, bir kolye ipi yapıp yazacaklarımı da kolyeme boncuk ederim.


Çevremde bu tarz hislerde olan yalnızca ben değilim gördüğüm kadarıyla. Herkes kaybolmuş hissediyorsa eğer, bir şekilde yolumuzu bulabilir miyiz yoksa durumu daha da mı kötüleştiririz? Belki ekmek kırıntıları atarak bir yol çizip arayışı kolaylaştırabiliriz derdim de, ekmeğe de zam geldi. Üstelik bizde ekmek yere atılmaz, günah. Hansel ve Gratel’i çevirirken bunu düşünmüşler midir acaba?


Telefonum sağ olsun artık fiziksel olarak hiç kaybolmuyorum. Haritalar uygulamasına giriyorum ve nerede olursam olayım evime en uygun rota uygulama tarafından hesaplanıyor. Bunun zihinsel olanı da olsaymış keşke demiyorum değil. Hayatım için en uygun noktaya doğru gidecek, en doğru rotayı hesaplayacak bir uygulama. Belki bu da tek tipleşmeye yol açardı, bilemem. Gerçi şimdi de tek tipleşiyoruz. Bu iyi mi kötü mü bilemiyorum. Dediğim gibi; kayıbım ben, kayb’ım.