Abim bize kendini sarmayı öğretiyordu galiba...


Şimdiki çocuklar ne güzel sırt çeviriyorlar ama. Ben istemesem de o gülmez yüzümü dönmüşüm birine.

Yalan söyledim, ben de dönmüşüm sırtımı kırk yedi yaşındaki abime.

Taş duvarlar yıkılmış. Abimin kafasına bilmem kaç dikişle tutturduğu salıncak aynı yerine dikilmiş. Ben de vazgeçmişim yazıda yabanda anneme çiçek toplamaktan.

Kaçıp kaçıp gittiğimiz su deposunu yıkmışlar yıllar önce. Hemen arkada çiğdem topladığımız yere de kamu yararını gözeten dev betonlar dikmişler. 

Üzerimizden geçmiş yıllar, sobanın isi, sokağın kiri hiç geçmemiş üstümüzden. Her akşam o kızgın devin korkusuyla dağılmışız etrafa. Gündüzleri hep daha çok sevmişiz. Bugün biz çok büyüdük sanıyor o kızgın dev. Bize yaşam hakkı vermiş ama çalmış bizden hayatı. Biz başımızı nereye çevirsek ne kadar büyüyemediğimizi görüyoruz. Sadece artık bunun üzerine daha az konuşuyoruz o kadar.

O ahşap kapının arkasında görüyor musunuz siz de sıktığı dişleri? Yüzündeki çizgileri görüyor musunuz? Ya sesi? Dünyadaki tüm kötü şeylerden daha kötü olan o sesi duymamak için her şeyi yapacak üç küçük çocuk tanıyorum.

Dünü ve bugünü ve yarını çaldı. Dün aklımda, bugün aklımda, yarın da aklımda olacak. Bu kez dev kendi kendini parçalayacak. Kimse sarmayacak onun yaralarını. O nasıl sarmadıysa üç küçük gövdeyi.

Sen kollarını hangi yöne uzattıysan kızgın dev. Bize hiç uzatmadıysan kollarını. Biz de sarmayacağız senin gövdeni hiç. Her akşam yeşil metal kapının eşiğinde kucağına sığdırdığın o üç gövdeye dünyada tüm talihsizlikleri bıraktın. Sonra da gideceksin. Hiçbir şey olmamış gibi kapatacaksın gözlerini. Ve biz küçük gövdelerimize aslında senin ne kadar iyi bir dev olduğundan bahsedeceğiz. Tıpkı senin bize yaptığın gibi... Ama hep o tepedeki üç çocuk olarak göz göze geleceğiz, o kızgın devi mağlup etmek için. 


Ne kendimizi ne de birbirimizi saramadığımız hayatlarımız için gerçek bir yazı.