Ayakkabılar değiştikçe insanlar değişiyor. Rugan giyenlerin sert bir kişiliği var, saçlarımı çekebiliyorlar. Kravatları fazla sıkı, gevşetmekte zorlanıyorum. Bir defasında kol düğmeli birine rast gelmiştim, bana tokat attı. Babet giyenlerden sıkıldım. Kişilikleri de ayakkabıları kadar sıradan. Dişlerini sıkarak konuşurlar ve kaşları hep çatıktır. On dakika içinde hazırlanıp kapına dikilir. Kolundaki saati duş alırken bile çıkarmaz kimisi. Postal takımı kibar oluyor, tüm hareketleri benimle uyumlu. Onları pek tanıyamadım, çünkü sustuk. Ancak emin olduğum bir şey var, o da çok titiz oldukları. Ayakkabılarını bağlarken gösterdiği çabayı izlemeliydiniz, insana babet aratır. Stilettonun garip bir hali var. Ne zaman mutlu, belli değil. Çok iyi espriler yapıyorum, donuk. Hey diyorum, katıla katıla gülmeye başlıyor. Kek yerken gerginleşiyorlar. Cambaz ipin üstünde, düşse ölmez ama acemiymiş, seyircilerin arasında ailesi ve yakın arkadaşları var. Rezil olmak istemiyor, küçük ısırıklar alıyor. Spor ayakkabı giyenler gerçekten aptal. Bacaklarını kocaman ayırarak oturup, bön bön bakıyorlar etraflarına. Kaşlarına düşünce uğramaz, öylece duruyor ve incecik alınmış. Bu insanlardan korkuyorum, su içerken gözlerini dikerler. Deri ayakkabılarla sohbet ederiz. Aramıza leş de katılır, koynuma sokarım. Okşanmak istediğini söyler, uyuyana kadar okşamak zorundayım.  

Azrail odama geldiğinde işler değişti. Ayakları yoktu, ellerine tırmandım. Öpüp duruyor, ‘’Azrailciğim bugün gelme’’ diyordum. Kabul etmesi saatler sürdü, odadan çıkmayacaktı ve ben de yatağımdan çıkamazdım. Devasa hançerini yatak başlığına dayadı. Halıyı kirleten kanın bana ait olduğunu söyleyecekti. Dün dördümden gün almıştım, anne ve babamı çok üzüyormuşum.  

Azrail’in elleri küçüktü, bir bebeğin elleri gibiydi. Onu yatağıma çağırdım, ellerini saçlarıma soktum. Çeyrek asırdır yıkanmadığını söyledi, ellerini çekmek istedi. Yine de başımın sıcaklığı onu rahatlatmıştı, uyumasını istedim. Azrail'in bir yüzü yoktu, onun yerine kara delik koymuş Allah. İnsanlar cinayeti fark edemiyor ve Azrail melek kalmaya devam ediyordu. Vücudu saydamdı, bunun Tanrı hikmeti olduğunu söyledi. O kafamı kavramışken ben göğsüne tutunuyordum. Yatağın örtüsü kararmıştı, ışık geçirmeyen bir odada zamanın birinde dondurulmuş gibiydik. Karardığımı düşünüyordum ama gözlerimi göğsünden çekmedim. Azrail, kapı çalarsa beni uyandır diyerek bana sırtını döndü. Saçlarımda tuhaf ve rahatsız edici bir koku bıraktı. Tenim eski rengine dönüyordu ama yatağım hala karaydı. Azrail horlamaya başladığında kalktım ve ufak balkona çıktım. İnsanlar işlerinden dönüyordu, bugün ben izinliydim. Yan balkondan eski müşterim çıktı, sigarasını yakarken beni fark etti. Selamlaştık, ayakkabıları rugandı. Kol düğmesini komodinin üstüne bırakmış, gömleğini dirseklerine katlamıştı. Beni iş arkadaşımla kıyaslıyordu, dudağına küçümseyici bir gülümseme oturmuştu. İçeriden sesler geldi, özür dileyerek sigarasıyla birlikte gözden kayboldu. Rüzgar soğuk esiyordu, üşümeye başlamıştım. Kollarımı ovuşturarak içeri girdim. Azrail yalnız değildi. Başına koruma gibi dikilmişti birisi, hançere dönmüştü yüzünü. Sırtı Azrail gibi saydamdı, ancak beyaz bir ışık yayıyordu etrafına. Herhalde Allah’tır, diye düşünüyordum. Yataktaki horlamayı kesmiş, sırt üstü dönmüştü. Göğsü inip kalkmıyordu, kara delik mat bir renge bürünmüş, hareketsizce duruyordu. Yatağım eski rengine dönmüştü. Öksürerek dikkat çekmeye çalıştım. Allah hançeri incelemeyi bıraktı, gözlerini bana çevirdi. Azrail’den daha ufak görünüyordu, saçları uzun ve griydi, iki yana taranmıştı. Ağzının olması gereken yerde hiçbir şey yoktu. Saydam ve düz suratı ne hissettiğini anlaşılmaz kılıyordu. Ağır adımlar atarak karşıma dikildi. Elleri benim gibiydi ama çok daha yaşlıydı, leke doluydu ve kırışmıştı. Allah, meleğinin aksine örtünmüştü. Beyaz, uzun bir elbise vardı üstünde. Yürürken ucu görünen ayakkabıdan, babet giydiğini tahmin ettim. Azrail'i öldürdüğünü söyledi. Sesi kuş gibi cıvıldamıştı, nereden çıktığını anlayamamıştım, çenesinin hareket ettiğini fark etmiştim sadece. Kaba hareketlerine uymayan incecik bir sesi vardı. Benden Azrail’i gömmemi istedi. Koca meleği nasıl kaldıracağımı bilmiyordum. Babetlerini çıkarıp yatağıma, cesedin yanına uzandı. Olduğum yere çöktüm, karşımda ayakkabılar kalmıştı. Gri, lastik bir babetti, bebek ayakkabısına benziyordu. Ellerim küçülmüştü, altımın ıslandığını hissettim. Ayakkabıya doğru emeklerken, Allah horlamaya başlamıştı.