Yıldızlar bu kadar parlak iken, güneş her geçen gün daha da ihtişamlı doğarken nasıl oluyor da bu kadar karanlıkta hissedebiliyor insan kendini? Kalbim bu kadar sıcakken, ellerim neden sürekli üşüyor? Zalimlerin şuh kahkahalar attığı bu dünyada neden bizler gözyaşlarımızı hep tek başına siliyoruz?Bu çelişki niye, neden?


Dünya hassas kalpler için cehennem. Bu hayatın yadsınamaz bir gerçeği. Bir günlüğüne alsam o hassas kalbimi koysam bir fanusun içine. Sorsam senin derdin ne? Bu neyin acısı? Aval aval bakar yüzüme, tek bir kelime bile sarf etmez, gücü yetmez. Galiba ben de sevgi yetmezliği var, biraz da gizli acı...


Yetmiyormuş gökteki yıldızı, yerdeki karıncayı tüm sevilmeyişlere inat edercesine sevmek. İnanın kendime değil de bazen zümrütü andıran yeşil gözlerime üzülüyorum, ışığını her geçen dakika daha da kaybediyor. Ruhumdaki cesetsiz cenazelerin naaşları bir türlü defnedilmiyor, susmuyor içimde benden nefret ettiğine yemin edebileceğim o ses ve ben sadece uyumak istiyorum.


İnsanın anlaşıldığı yermiş ya evi; insan hiç görmediği bir yeri özler mi? Odalarına sığınmak istiyorum, ellerimi ısıtmak. Kimsenin çığlığımı duymadığı bu dünya da biri benim fısıltımı işitsin istiyorum. İçimdeki o oyuncağı kırılmış, oyunları bozulmuş, tüm duygularını mutluluk maskesi altına gizlemeyi alfabeden önce öğrenmiş çocuğa saatlerce şarkılar söylemeyi, masallar okumayı, sarılıp saatlerce hiç utanmadan ağlamayı istiyorum. Ağlayamıyorum, eriyorum.