Kayıp da gözlerimin kıyısından,

Gözyaşım yüzünden boynuma dökülüyor zaman.

Bir karış yokluğunu çekmezden evvel,

Hiç de yükü düşmezdi gönlüme bir kadının.

Kimi ellerinde su terazileri taşır,

Kimi dümen tutar,

Kimi de yeşil araçlarla gezinir.

Yanımda ise bir bey sarar şimdi,

Kıvırcık saçlı esmer bir hanımı.

Ben mi?

Ben de rençberler gibi işlemekle yükümlüyüm,

Şerit şerit gitmekle bitirilemeyen,

Satır aralarını.

Manolyalar, misk kokularını salmazdan evvel.

Ataçlarla tutturduğum bir geçmişe bakarak,

Başımın bir yanı avucuma dayalı,

Sigara tüttürüyorum.

Henüz kunduramın boyası akmadı.

Kül tablam dolmadı.

Aklımda da şuan için bir kadının yükü yok.

Ben bu koğuşlara,

Bu dar sokaklara,

Düşecek adam mıydım?

Bu hamallığa...

Şifreli metotlarla sevgiye yenildiğimi,

Dostlardan saklayacak mıydım?

Elpençe kehribar türkülerini okumadan,

İstiklalde sokak çalgıcıları,

Bir bardan nice istekleri tamamlayamadan çıktığımda,

Kalabalıkları varsaydığım tüm bendeniz duygularda,

Ve onlara atfettiğim fakat onların hiç,

Haiz olmadığı "insanlık" içerisinden,

Sivrilerek gelen şu yaşama buhranı.

Hiç de aklıma gelmezdi,

Bir ipi alarak boynuma geçirme hazzı.

Bir gece kaymasaydı gözlerimin kıyısından,

Yarsızlık sancılarının ne anlama geldiğini,

Hiç öğrenemeyecekmişim.

Ya bir adam tam teşekküllü beceriksiz olmalı!

Ya da mermerleşmiş olması gerekti kalbi.

Sığırtmaçtım ben dört nala vuran bir süvari dorusu,

Kepengini indirmeyip de kapılarını hep açık tutsaydı talih,

Sanırsam ben hayli,

Kalabalıklaşmış kalbi olan bir adam olacaktım.

Benim lügatimde sanırsam,

Bir baltaya sap olmak yeğlemiyor insanı,

Önceleri akıma gelmeyip de,

Şimdilerde aklıma düşen bir kadın beli.

İçerisinde yaşarken;

Dokunulmazlığını fark etmediğim anılar,

Ne kalabalık güruhlar,

Ne elpençe türküler okuyan sokak çalgıcıları,

Ne tramvaylar ne metrobüsler sarışın kadınlar,

Ne esmer boyunlar hiçbiri.

Kayıp da dudağımın kıvrımından,

Gözyaşım yüzünden boynuma dökülüyor yaşam.