Çocukken tırnaklarımı anam keserdi. Başkasını bilmiyorum ama çocukluğumda en mutlu, en gamsız olduğum anlar bunlardı galiba. Düşününce gözümün önüne geliyor o günler; ayaklarımda gezinen anamın sıcak elleri ve kollarını başına yastık yapıp uzanarak çizgi film izleyen ben...


Sonra tırnaklarımı kendim kesmeye başladım. Gerçi bunu isteyen ben değildim. "Koca eşek kadar oldun; git kendin kes," denilince anlamıştım bunu. Tırnağını kendin kesmek, büyümenin en önemli işaretlerinden olsa gerek... Kışın, kestiğim tırnaklarımı sobaya atmak istediğimde anam kızardı, günahmış. "Neden?" diye düşünürdüm o vakitler. Sahi, neden günahtı? Galiba tırnak, her ne kadar kesilince bir nesneye dönüşse de yine de insana ait bir parça gibi görülüyor ve onu yakmak, insanı yakmaya eş değer gibi algılanıyordu...


Bütün bunları bana düşündüren şey, bugün sabah yine tırnaklarımı kesmiş olmam... Çocukluğumdan kalan bir alışkanlıkla yine tırnaklarımı elime aldım ve kendimce inceledim. Az önce bana ait olan, benim bütünlüğümü tamamlayan tırnaklarım artık benden gayrı bir varlığa dönüşmüşlerdi. Ben bir canlıydım ama elimdekiler cansızdı. Kesilmiş tırnakların yarattığı garip duygu bu olsa gerek; sana ait bir parçanın nesneleşmesi yani. İnsan, kendini bir nesne yani alelade bir varlık olarak görmek istemiyor galiba. Çevresindeki her şeyden iyi ve ileri olarak görmek istiyor. Oysa tırnaklar, "sen de sadece bir varlıksın" diyor ona.


Evet, insan bir canlı, peki tırnaklar? 


Bir gün, canlı olmak durumundan cansız olma durumuna geçeceğimizi düşünürüz. Belki de her an o durumun, o ânın içindeyizdir.