güneş daha doğmadı, gecenin son kırıntılarıyla avutuyorum kendimi bir gün daha. uykuya olan açlığım gün geçtikçe büyüyor ama uyku bir türlü beni bulmuyor bugünlerde. üstümde sadece iç çamaşırım var ve odamızın camlarını kaplayan camlar hiç önemli değil. oda yeterince sıcak zaten, hiç üşümüyorum. tokyo’da şu an kış yaşanıyor, dünyanın diğer yerlerinde ne yaşandığı önemli değil. insanlar önemli değil; şehrin ışıkları, barda sürekli caz söyleyen kadın… tokyo’nun ingilizce bilmeyen sokakları... hiçbiri bir şeyler uyandırmıyor içimde yine bu sabah. gün yine bana doğmuyor. gün ne zaman doğacak, bu sonsuzluğa demir atan günüm ne zaman bitecek diye düşünüyorum yine. geleli 144 saat olmuş ama hâlâ 1 gün. takvim yaprakları kopuyor olsa gerek, neyse ki bizim odamızdaki masa takvimi de en son küllerle beraber boğulmuştu çöpte. ben attım onu da çöpe. küllük yatak başındaydı, ben ise masa başında, kalkmaya gerek duymadım. üşenmek değil bu, o insana hâlâ yaşadığını fark ettiren bir içgüdü ama gerek duymamak farklı işte... şu günlerde hiçbir şeye gerek duymuyorum. yemek yemeye, su içmeye, lobiye inmeye, havuza girmeye, sokaklarda gezmeye, vesaire. hepsi öylesine şeyler gözümde… manhattan’dan ayrılalı her şey bu hale geldi demek isterdim. tüm suçu tokyo’ya ve onun uykusuzluğuna, uğursuzluğuna, depresifliğine vermek isterdim ama öyle değil. öyle olmayan şeyler için öyleymiş gibi yapmayı da bıraktım. zaten bunu yapmam gereken kişiler yok hayatımda. şu an 3 adımlık mesafede, yatakta uyuyan erkek arkadaşım da yok veya bir telefon uzağımda konuşabileceğim arkadaşlarım da… hepsi varlar ama yok oldular içimde bir yerlerde. nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum, bir ismi var mı literatürde, onu da bilemiyorum ama bunu yaşıyorum. en güzel yaşlarımda içimde koca bir insansızlıkla yaşıyorum. yalnızlık zor derler bilirim ama insansızlığı ilk defa kendimden duyuyorum. tanımını yapan vardır ama ben kendi tanımımı yapıyorum. etrafımda olan insanların içimde bir yerlerde olmaması hali. insansızlık. kalabalıklar içinde yalnız olabilir insan, anlatacak birini bulamaz, döner yatağına sığınır, uykusunda birileri anlatır. anlatacak birileri var ama anlamıyorlar, orada olduklarını söylüyorlar ama değiller, hem de en sevdiklerim dediğin insanlar bunlar, işte ben buna insansızlık diyorum. insansızım şu sıralar. çokça hem de. her sabah beni öpüp işe giden sevgilim yok içimde bir yerlerde, telefonda konuştuğum en yakın arkadaşım da aynı şekilde. bugün 7. kez güneş doğuyor. merhaba, diye fısıldıyorum ona içimden. merhaba, her gün doğmak da zor olsa gerek. ben her gün doğamıyorum, bazen tünediğim camın kenarından bile kalkamıyorum. gerek duymuyorum. tokyo ise hiç uyumuyor, her dakika ayakta, saniyelik kapatsa gözlerini felaketler kopacak sanki. bir nevi öyle aslında. saniyelik kapatsa gözlerini, ışıklar sönse bir kez olsun can alacak milyonlarca. anlıyorum, tokyo’nun cesareti yok uyumaya. uyusa kalkamayacak gibi hissediyor galiba. tokyo’da çok insan var, sokaklarda adım başına 10 kişi düşüyor neredeyse, telefonda karşıdakini duyamıyorum, halbuki içimdeyken bir uğultu gibi geliyor tüm o kalabalık. fark etmiyorum ne kadar gürültülü olduğunu, bana her yer sessiz bir kalabalık. odada 2 kişiyken de sessiz bir kalabalık var. ikimiz varız ama fazlayız çünkü çok yandan eksiğimiz var. kapatamıyoruz onları, yara bantları artık fazlalık yapıyor. kulaklıklar var üst üste taktığımız, onlar fazlalık yapıyor. en çok da benim durgunluğa batmış hislerimin yerini kaplayan düşüncelerim fazlalık yapıyor. kalbinizi dinlerken aklınıza az yer kalıyor, aklınızı dinlerken kalbinize, ikisini dinlerken diyebildiğiniz an dengedir işte. ben istesem de kalbimi dinleyemiyorum şu sıralar, malum, dinleyecek kimseler yok içimde.


lost in translation'dan esinlenilerek yazıldı.