Çocukluğumda aklımda kalan, gerçek yaşanmış hikayenin artık masala dönüşmüş kahramanıydı güzeller güzeli Sultan.

Babasının ölümüyle çocukluğunun başladığı talihsiz an, yaşıtlarının tersine başına talih kuşunun konduğu düşünüldüğü, söylendiği ama talihsizliklerle biten yaşam öyküsü...


Yaşıyorken yaşam öyküsünü kendisinden dinlemek istiyordum. Bir türlü denk getirip gitmek kısmet olmamıştı, okuldu, stresli tempolu çalışma hayatıydı derken ölüm haberini almıştım. Cenazeye yetişmeliydim.

Arabaya bindiğim gibi üç saatlik yolu nasıl gittiğimi ben de bilmiyorum.

Köyün girişinde önüme çıkan çocuktan aracın penceresinden seslendim:

—Gömdüler mi?

—He, gömdüler. Herkes dağıldı. Bir tek kocası ve kızları mezar başında bekliyorlar.

—Mezarlık nerde?

Eliyle köyün öteki yakasını gösterdi:

—Köyün tepesinde. Annesinin, babasının yanına gömdüler.

İrili ufaklı, taşlı, topraklı çocuğun gösterdiği yola aracı sürmeye devam ettim. Vardığımda altmış yaşlarında, omuzları çökmüş bir erkek; yirmili, yaşları birbirine yakın dört kadın yeni gömülmüş mezarın başında oturuyorlardı.

Orta yere:

—Başınız sağ olsun.

Ses yok. Başlarıyla selamladılar.

—Hep görmek, onu ondan dinlemek istedim ama bir türlü kısmet olmadı. Son nefesine de yetişemedim. Üzgünüm...

Mezarın baş ucunda oturmuş, kuru toprakta bağdaş kurmuş adam yanına gitmemi eliyle işaret etti.

—Otur! Otur da sana ben anlatayım Sultan'ın yazgısını: Biz onunla yaşıttık. Aynı yıl, ay farkıyla ondan sekiz ay büyüktüm. Tek çocuktu. Amcam kızıydı.

Daha altı yaşındayken babası aniden genç yaşta vefat etti. Amcam ölünce annesiyle bir başlarına kaldılar.

Şehirde doktorun yanında simsarlık yapan bir köylümüz vardı. Ara ara köye uğradığı oluyordu. Bir gelişinde ailenin büyüklerine: 

—Sizinle konuşacaklarım var. Eğer kabul ederseniz -ki bence kabul edin- hem sizin için hem de onun için iyi olur. Biliyorsunuz ki ben doktorun özel muayenehanesinde çalışıyorum. Doktorun karısı da avukat. Küçük kız çocukları var. Doktor kızıyla sürekli vakit geçirebilecek, çocuğuna yaşıt, evinde yatılı kalabilecek bir kız çocuğu arıyor. Kendi çocuğundan ayırt etmeden tüm masraflarını karşılayacağını, okula da göndereceğini söyledi.

Valla benim aklıma da Sultan geldi. Kabul ederseniz annesini de ikna edin. Götüreyim. Hem hayatı kurtulur. Köy yerinden iyidir.

Babam ve diğer amcalarım hem kabul ettiler hem de zor da olsa annesini de ikna ettiler.

Sabahı Sultan, doktorun kızına bakmak için köyden gitti. Annesini görmeye ayda bir gelen Sultan'ın gelişleri artık uzuyordu. Okula da yazdırmışlar... 

Simsar, köye son geldiğinde doktorun tayininin Ankara'ya çıktığını söyledi. Sultan'a alıştıklarını, onu çok sevdiklerini, kendi kızlarından ayırmadıklarını, eğer kabul ederlerse onu da beraber götürmek istediklerini söyledi.

Tabii babam, amcamlar yine kabul ettiler. Annesine de kabul ettirdiler. 

Annesi Sultan'ın arkasından çok ağladı.

Sultan artık çok uzaklara gitmişti... 

Doktor, Sultan'ın annesini yılda bir evine çağırıyordu. O da gidiyordu.

Annesi gidince Sultan artık köye de gelmez olmuştu.

Baharlar birbirini takip etti.

Kışlar geçti, yazlar geçti...


Dondurucu kış gününde Sultan'ın annesi de öldü. Soyağacında anne babadan geriye bir Sultan kaldı...


Köy yeri herkes yaşamını kaldığı yerden devam edip gitti.

Ben de on sekiz yaşlarındayım. Bir gün annemle babam beni karşılarına aldılar:

—Askere gitmeden seni evlendirelim, dediler.

Kafamda kiminle, nasıl sorusu dönüyordu ki babam:

—Amcan kızı Sultan. Yaşıttınız. O da şimdi büyümüştür. Hem bu kadar zaman doktorun kızının yanında kalması yeterlidir, dedi.


İki gün sonra arabaya bindiğimiz gibi elimizdeki doktorun özel muayenehanesinin kapısındaydık. Hastalardan kimse kalmayınca sekreteri doktorun odasına aldı. Doktor tanımıştı. Ayağı kalkıp herkesle tokalaştı.

—Hoş geldiniz... Hal, hatırdan sonra babamlar konuyu hiç uzatmadan artık dönmemek üzere Sultan'ı bir ay sonra almaya geleceklerini, beni de göstererek benimle evlendireceklerini, geleneği uygulayacaklarını, akrabanın, evlenme çağına gelmiş genç kızın üzerinde töre hakkı olduğunu ve bunu yapacaklarını söylediler.

Doktor:

—Yapmayın. Yazık edersiniz. Köye uyum sağlamakta zorlanır. Bizim eve geldiği gibi Sultan'ı okula gönderdik. Halim selim, çok akıllı bir kız. Derslerinde hep başarılı oldu. Seneye de üniversite sınavına girecek ki başarılı olacağına inanıyorum. Sultan'ı kızımdan hiç ayırmadım. Kızımla çok iyi anlaşıyorlar. Kardeşten farkları yok.

Babam:

—Yok doktor, oğlumuzla evlendireceğiz. Töreyi sen de biliyorsun. Evlilikte öncelik akrabanındır. Hem amca çocukları. Yabancı değil.

Bugün kime gitsek bir sürü başlık parası!

—İyi de bugüne kadar Sultan sizi doğru dürüst görmedi ki...

—Alışır. Zamanla o da olur. Sultan da artık bilsin akrabalarının var olduğunu.

—Bakın, istediğiniz gelin adayına gidin, bakın, başlık parası ne kadarsa hepsini ben vereceğim. Yeter ki böyle bir şey yapmayın. Sultan'ı götürmeyin.

Çok ısrar etti ama bizimkiler kabul etmediler.

Bir ay sonra tekrar geleceklerini ama bu sefer Sultan'ı da alacaklarını söyleyip köye döndük. Köyde düğün hazırlığını yaptılar.

Ankara'ya gidip Sultan'ı alıp getirdiler.

Getirdiler getirmesine de Sultan'ı yıllar sonra ilk defa gördüm.

Afallamıştım; uzun boylu, beyaz tenli, masmavi gözleri, sarı saçlarıyla karşımdaydı.

Sevmiştim.

Evlendik.

Çocuklarımız oldu.

Ama yıllar içinde Sultan ne köye ne köy yaşantısına ne de bana alıştı. Hissediyordum, her bir gün onun için azap gibiydi. Kuytu yerlerde gözyaşlarını dökerdi. Gözleri hep nemliydi. Dünyaya bakan mavi gözlerinin yanına kan çanağına dönmüş kırmızı hiç yakışmıyordu... Annesinin, babasının yokluğuna mı, töre adına katlanmak zorunda olduğu bir yaşantıya mı ağlasaydı... Ağzının içinde inci gibi dizilen ağız dolusu gülüşünü, yüzündeki tebessümü hiç olmadı Sultan'ın. Ne de olsa büyük şehirde yaşamış, eli kalem tutmuş, okumuş, yazmıştı. O ağlamasın da kim ağlasın?


Ben ise okul yüzü görmemiş, insan ve hayatı sorgulamadan yaşamıştım. Cahildim.

Ne kadar sevmiş olsam da her gün kendime babamlar söylediklerinde keşke kabul etmemiş olsaydım. O zaman belki istemediği bu köyde ve ortamda olmazdı.

Ama değişen bir şey olmazdı. Töreyi uygulayacaklardı. Ben olmasaydım da Sultan'ı bu sefer de başka bir amca çocuğuna nikahlayacaklardı. Anne, baba olmayınca da koruma, korunma adına birinci derece olan amcaların kader tayinine kalmıştı Sultan... 


Beni okumadı, anlamadı, bilmedi diye belleme.

Anlıyorum.

Biliyorum.

Çok zordur insanın yaşam dizginlerinin bir başkasının elinde olması.

Buna ister kader deyin, ister töre adına gelenek, görenek deyin...