Sabahın ilk saatlerinde dışarı çıkıp daha sönmemiş sokak lambalarına bakmayı seviyorum. İnsanların suratındaki bu kız bu saatte dışarıda ne yapıyor ifadesini görmeyi seviyorum. Bakkalını açmaya giden amcayı hasanağada yürürken görmeyi seviyorum. Yürümeyi seviyorum. Etrafa bakmayı. En çok da ona gittiğim yolları seviyorum. Biliyorum ki beni incecik bir hoş geldin sesiyle karşılayacak. Ve bütün o tatlılığıyla gülümseyecek gözlerimin içine bakıp. Ama öncesinde asansördeki aynaya bakıp ne kadar yorgun, bitkin veya heyecanlı olduğuma bakmayı seviyorum. Kalbim hızla çarpıyor. Hızlı yürüyorum. Asansörde daha da hızlanıyor. Kapının önündeyim. Beklemek insanın kalbini daha da hızlandırıyor. Kapı açılıyor. Ve işte bu an kalbimin en hızlı attığı an. O an, ona koşmuş olabileceğim düşüncesinin daha makul geldiğine yemin edebilirim. Fakat kalbim yalnızca utangaçlığımdan atıyor. O saatte orda bulunuyor olmanın verdiği gariplik. Kapının önünde, açılmasını beklememe kadar geçen sürede hayal ettiğim şeyin bir anda somutlaşması beni uyandırıyor. Düşünmek için zamanım oluyor. Ne yaptığımı. Kendimi asla normal, sağlıklı hissetmediğimi. Bir yere varmıyor düşüncelerim. Ben de vardığımı zannediyorum yalnızca.