“ve dağlarına bu kadar üzgün davranan dünya”

Seyyidhan Kömürcü

 

 

Parmak uçlarımızla dokunmuştu ruhlarımız ilk defa birbirine. Özlemle cereyan eden koca bir kucaklaşmadan aşkla birleşen ıslak dudaklardan daha gerçekmiş bu dokunuş, bilemedim. “En iyisi bana parmağını uzat.” dedi ve beni anlattıklarının etkisinde daldığım derin rüyadan çıkardı. Başlarda sinirlenmiş ve suratına bir tokat patlatmayı bile düşünmüştüm. Derken anlattıklarının etkisi mi, yoksa melankoliye doğuştan yatkın olduğuna inandığım ruh halimin bayır aşağı yuvarlanmaya düşkün karakteri mi bilmem. Dalıvermiştim işte indikçe genişleyen ve kararan iç dünyama. Neler yoktu ki anlattıklarında... Şiirlerden alıntılar yapıyordu ama daha önce hiç duymadığım şiirlerden. Kitaplardan cümleler yine hiç okumadığım… İçine düştüğüm durumun ani ve hızlı hali, kontrolümü kaybedip anlatılanların etkisine girmeme engel oluyordu. Ama daha fazla direnemeyeceğimi düşünüyordum. Bir şekilde söylediği her söz, yaptığı her alıntı beni derinden sarsıyor, hiç bilmediğim yerlerin kapılarını açıyordu. Açılan kapıların ardında ise yine hiç bilmediğim duygularım beliriveriyordu.

 


Sert bir şekilde kapandı eski günlüğün kapağı. Toz muydu o havaya saçılanlar? Yoksa geçmişin lime lime olmuş, toz tanesi kadar küçülmüş hatıraları mı? Hatta bir iki öksürüğü bile tetikledi bu zerreler. Öksürürken sırtına ve göğsüne saplandı yine o lanet ağrılar. “Ne güzel yazmışsın öyle.” dedi. “Ben bile unutmuştum artık o günü.” Hakikaten unutmuş muydu? O kadar yaşlanmış mıydı hakikaten? “Alt tarafı altmış yıl oldu.” diye yükseldi. Boğazında ve ciğerlerinde biriken nikotinin müsaade ettiği kadar çıkabildi sesi. “Bak, yine sen haklı çıktın galiba. Bu kadar çok içmeseydim keşke şu sigarayı daha iyiydi belki.” Sessizliğinden anlamıştı, haklı olmanın o tarifsiz keyfini yaşıyordu. Hep haklıydı zaten. Yıllar içinde kavga ettikleri, anlaşamadıkları her mevzuda o haklıydı. “Hepsi çıktı bak ortaya. Hayat bize bir evlat sahibi olma şansı tanımamıştı. Keşke o kadar karşı çıkmasaydım sana. Keşke gitseydik o dediğin doktorlara. Bak; şimdi bir koltukta sen, bir koltukta ben kalakaldık. Fena mıydı bir oğlumuz yahut kızımız olsaydı şimdi? Belki çoktan uçmuştu yuvadan, çoktan kurmuştu kendi hayatını. Biz çoktan bayram ziyaretlerinin o tütün kolonyası kokan elleri olmuştuk belki. Kapıyı gözlemenin bir anlamı olurdu o zaman. Senin çok sevdiğin, benimse yıllar yılı sevemediğim tütün kolonyasının bile bir anlamı olurdu. Belki torunlarımız olurdu. Belki biri bana çekerdi, o da sevmezdi belki tütün kolonyasını. Belli mi olur? Olmaz! Bak yaşadık seksen küsur yıl, belli oldu mu hiç? Susarsın tabii böyle. Sevmiyorum yahu, zorla mı? Kolonya dediğin limon olur, leylak olur. Mandalina bile olur ama tütün nedir azizim? Tütünden kolonya olmaz. Bak çok güzel dost olur, arkadaş olur, ona laf yok. Sararsın bir parmak kadar ince kâğıda, sonra tutuşturursun ucundan, bak gör, o zaman neler olur... Hem sen söyle, son yirmi yılda senin, benim, bir de sigaramın yanarken çıkardığı sesten başka bir ses oldu mu? İçin için yanan tütünün çıkardığı o çıtırtılar… Yalnız çok sessizse duyarsın o sesleri. Odanın ya da içinin çok sessiz olması lazım. İkisi birden düşmüşse sessizliğe bak o zaman tütün bile çıt çıkaramaz olur. İşte son bir yıldır da bu haldeyiz, biliyorsun. Ama seninki de normal değil güzelim. Susma bu kadar. Kapanma içine, konuş, anlat ne olursun. Bak, eskiden neler yazarmışsın, şu günlüğün sayfalarına ne inciler dizmişsin. Şimdi bu sessizliğin ağır geliyor bana. Haksızlık bu yaptığın”


Doğruldu oturduğu koltuktan ağır ağır. Ama ne doğrulma! Beli bir yandan, dizleri öbür yandan… “Yahu bir vücut nasıl bu hale gelebiliyordu?” Yaşlanınca ağrıları olacağını, sağlığının gençliğindeki gibi kalmayacağını elbet biliyordu. Bunun farkında olmayan ya da bunu kabullenmeyen insana ahmak derdi ancak. Ama itiraf etmeliydi, bu kadarını beklemiyordu. En azından onunki gibi bir hayatın sonu böyle olmamalıydı. Rüya gibi geçen bir ömrün ardından bu ağrılar, lezzetli bir yemeğin ardından gelen yüklü bir hesap gibiydi. Hesabı ödeyecekti mecbur ama az önce beline saplanan ağrıdan sonra kesin karar vermişti ki bahşiş bırakmayacaktı. Koyu, kalın perdelerin girmesine izin vermediği ışığın yokluğunda, seri birkaç adım atmayı başardı. Bugün dizleri her zamankinden biraz daha güçsüzdü. Zamanlarının çoğunu geçirdikleri, nispeten ışıksız ve uzun yıllar yalnız yaşayan insanların yaydığını sandığı o ekşimsi kokunun kapladığı oturma odasından çıktı. Oturma odasına göre daha karanlık koridorda buldu kendini. Tam o an orada ne işi olduğuna dair hiçbir fikrinin olmadığını fark etti. Yine yaşlılığın beklenen etkilerinden biri olarak zihni küçük oyunlar oynuyordu ona uzun zamandır. Son bir yıldır ise tabir yerindeyse aklı bir gelip bir gidiyordu. Ansızın evin bir köşesinde buluyordu kendini. Sanki derin bir uykudan tam da o noktada uyanmış gibi nasıl ve neden orada olduğunu bilmeden uyanıveriyordu zihni. Yine öyle olmuştu ve bu defa mutfağa gitmeye karar verdi. Yolu yarılamışken bir bardak su içip dönebilirdi. Oturma odasına seslenmek geldi aklına; "Su ister misin?’’ diye sormak. Sonra gülümsedi kendi kendine ve güldüğünde ortaya çıkan gamzesinin yerinde yılların attığı çentikler belirdi bu sefer. “O benden beter yahu kulakları neredeyse hiç duymuyor artık.” diye söylendi. Sık sık kendinin daha genç kalabildiğini ima eder, onu sinirlendirirdi. Hatta tek eğlencesi buydu artık. Ağır aksak adımlarla mutfağa ilerledi. Masanın üzerinde duran sürahiyi eline aldığında yarışı kazanmış bir koşucunun kupayı havaya kaldırdığı an canlandı gözünde. Kendisi de bir kupayı hak etmişti; mutfağa ulaşarak, o uzun ve karanlık koridordan geri dönerek oturma odasının kapı eşiğine vardığında, yine bir koşucunun bitiş çizgisinde hissettiklerini hissediyordu. Kapıdan içeri baktığında bu defa ödülünün bir sürahiden çok daha fazlası olacağını gördü. Kadın, kim bilir ne kadar zamandır aralanmayan kalın perdelerden birini aralamış, pencereden dışarıyı seyrediyordu. O anda asıl seyredilmesi gereken kadının kendisiydi oysa. Batmakta olan güneşin artık turuncuya çalan tonları kadının teninde dans ediyor, yüzünün tüm hatlarında kalın bir kontur oluşturuyordu. O an sanki yıllar geçmemiş, kadın hiç yaşlanmamış gibi geldi. Onu ilk gördüğü andaki çarpıcı güzelliği hala yerinde duruyordu. Sessizce koltuğuna ilerledi. Kadının onu fark etmemiş olmasına sevinmişti. Böylece onu koltuğunda rahatça seyredebilecekti. Yaşanan her bir yılın ek bir yükle bindiği ağır bedenini, koltuğa yerleştirmeyi başardığında kadını seyretmek için sonsuza dek orda oturabileceğini düşündü. Kadının yüzündeki o gençliği gördüğünde aklına ikisini de neşelendirecek ve artık küf kokmaya başlayan aşklarını tazeleyecek bir fikir geldi. Günlükten okuduğu kısmı yeniden canlandıracaktı. İlk defa karşılıklı oturdukları, sohbet ettikleri ve parmak uçlarından ruhlarını eşleştirdikleri anı yeniden yaşamak ikisine de iyi gelecekti. Koltuktan doğruldu ve hemen yanında duran komodini odanın ortasına taşıdı. Kendisinin de şaşırdığı inanılmaz bir güç ve canlılık yayılmıştı bedenine. Bir anlık bile olsa kendini genç hissettiğine yemin edebilirdi. Üzerinde sofra kurulmayalı yıllar olan ve sıkıştıra sıkıştıra zor yerleştirilen yemek masasının etrafına dizili sekiz sandalyeden iki tane çekti. Komodinin iki yanına karşılıklı olarak koydu. “Gel de eski günleri bir de böyle yad edelim cancağızım.” diyerek sandalyesine oturdu. Tüm vücuduna yayılan o gençlik heyecanına ve enerjisine hala inanamıyordu. Derin bir nefes aldı ve elini havaya kaldırarak işaret parmağını kadına doğru uzattı.


Aniden zihninde bir yıldırım çarpması hissetti. Ancak uzun süredir aynı konumda beklemekten doğacak bir ağrı saplandı beline. Kendini oturma odasının ortasında, bir komodinin önünde sandalyede otururken bulmuştu. Bir sandalye üzerinde üstelik odanın ortasında ne işi olduğuna anlam vermeye çalışırken karşında duran boş sandalyeye doğru parmağını uzatmış biz vaziyette beklediğini fark etti. Tüm o alıştığı ağrılar, tam o anda vücuduna hücum etmişti. O an bütün evi ateşe vermek ve arkasına dahi bakmadan oradan uzaklaşmak istedi. Tutuşturmak için karısı öldüğünde ortadan kaldırdığı tütün kolonyalarını kullanmayı düşündü.