Sevgili dostum,


Kaç saattir onu düşünerek vaktimi geçiriyorum, bilmiyorum. Yapacak başka bir işim olmadığından değil ama onu düşünmek kadar keyifli bir şey yapabilir miyim bilmezken bazı zamanlar zulüm gibi geliyor. Böyle bir döngüdeyim. Gözlerinin her hareketi, gülümsemesine sebep olacak en küçük detaylar ve manalı sohbetlerimizdeki her bir cümlemiz zihnimin içinde tekrar tekrar oynuyor.


Kaptırmamalıyım dedikçe daha da içine giriyorum. Mantıksız diyorum, sus diyorum, hiçbir şey aynı değil diyorum... Sonra ona keşke daha fazla sarılsaymışlar geçiyor aklımdan. Biraz daha dokunmaya cesaret edebilseymişim.


Batmak istemiyorum, bataklık diyorum... Bir müddet vakit geçiyor, ‘’Gömün beni.’’ diyorum. ‘’Görmez misiniz, onun bataklığında ne çiçekler açıyor?’’


Artık vedalaşmak üzereyken karşımdaki sandalyeden kalkıp yanıma oturduğunda, acaba bir daha ne zaman görüşürüzleri düşünmeye başlamıştım bile. Sevgili dostum, endişeye mahal yok. Umut etmiyorum. Biliyorsun, o aştan yiyeceğim kadar yedim ben.

Ne kadar zaman geçti hatırlıyorsundur... Bir süre öncesine kadar ne simasını anımsıyor ne de sesini hatırlıyordum. Her ne kadar düşünsem de hayal de kursam geçecek biliyorum, diyorum.


Tanırsın beni ya, yemeğe ne denli düşkünümdür. Şimdiler iştahım kesiliyor, üstelik açlık da hissetmiyorum. Artık en güzel yemek kokuları bile iştahımı kabartmıyor. Tadım kaçıyor... Her lokmam da dahi kanımda dolaştığını hissediyorum.


Aynanın karşısına geçip sözler veriyorum kendime. Ne maniler ne kadınlara ne şiirler ne adamlara yazıldı, o yüzden lüzumu yok anlamayıversin. Yazdıklarım gözüne ilişir veya kulağıyla işitir de beni sever diye beklemiyorum, üstelik sevmesini de istemiyorum. Tek gayem iki kalbi de incitmeden sevebilmek. Bana niçin süslü bir hediye paketini açarkenki bilinmez heyecanı yaşatıyor bu duygular, anlam veremiyorum. Söyledim ya. Sevilmek değil sevmek istiyorum, beni sevmemesinden değil, sevgimi hak etmemesinden korkuyorum.


Bunları yazarak dahi ahmaklık ediyorum biliyorum. Bu kadar ciddiye alınacak bir şey yok diyorsun, anlıyorum. Onun için Tanrı’ya dua ediyorum. Kendimi de eksik bırakmıyorum ya tabii. Aynı duaya, aynı şükre sığdırıveriyorum kalplerimizi. İyi olalım demiyorum, birbirimizkensiz de hiç değil hep var olalım istiyorum.


Hep böyleydin diyeceksin, sen hep çok hayal kurardın, bir gülümsemeyi bin satıra sığdırırdın diyeceksin. Bu sefer başka desem de inanma, bana da inandırma olmasın başka.


Kalbimin yanmasından korkuyorum. Hele bir gün gelir de ben ruhumun tümüyle ona karşı çırılçıplak karşısındayken canımı yakar diye ürperiyorum. Kendi kendime ya tekrar yazamazsam diyorum, tahmin edersin ki kalbimin kepenklerini indirdiğim gün mısralarımınkilere de vurur demiri giderim.


Şu an yazdığım mektubun başında oturmuş, ne gereği var bu kadar mübalağa sanatına diyorsundur. Onun her hareketindeki çekiciliği, kurumuş dudaklarını ıslattıktan sonra kurduğu cümlelerdeki zekiliğindeki mübalağayı görmedin sevgili dostum. Yazdıklarım değil esasen o tüm varlığıyla bu dünyaya mübalağa.


Geçen yazdığım mektubumdaki ahenkleri çok beğenmişsin, takdir etmişsin, ne ustalıkla yazmış demişsin etraftakilere. Anlamıyorsunuz, yazdıklarım bana değil ona ait şeyler. Ve sanıyorum ki sevmenin ve sevişmelerin çıraklığını yaşıyorum henüz. Sana bunları gün ağarırken yazıyorum. Sakın uyumadım diye azarlama beni. Biliyorsun uykuya dalmak her zaman ehemmiyetliydi benim için şimdi de tahmin edersin ki bu kadar keyifli bir şeyi düşünmeyi bırakıp uykulara dalamıyorum, zaten gözlerim açıkken de seraplar görüyorum.


Sana şimdi bu son satırlarda veda ediyorum sevgili dostum. Geçen bana yazdığın iadeyi mektupta ‘’Unutma, aşk şöyledir; sevilir, sövülür, gidilir.’’ diye yazmıştın. Söylediklerini sindirmem ve bu kudretli duyguyla mücadele etmem için zaman ver.


Sağlıcakla kal.

 

Nisan.