-Hikayesi biten herkes ölür.



Şişenin sonlarına doğru Yılmaz’ın ağzından istemsizce bir soru fışkırdı.


-Candan ne yapıyor? Bir ara sosyal sorumluluk kampanyası kapsamında sahne almıştın. Kampanya hoşuma gidince kim yapmış diye baktım. Candan… O yüzden soruyorum. Belki biliyorsundur diye.

-Abi…

-Tamam Erol kızma. Haklısın. Çok zaman oldu. Ben de neden sordum bilmiyorum.

-İnternette denk gelmişsindir sanmıştım.

-Biliyorum. Evlenmiş. İki kupa kötü şarap kadar üzüldüm. Sonra devam ettim.

-Yılmaz… Ne olur sus. Aklımda tasarlamam lazım cümleleri.


Yılmaz sorgulamadan Erol’a ihtiyacı olan süreyi tanıdı. Söyleyeceği hiçbir şeyin onu etkileyemeyeceğinden emindi. Erol, iyi bir arkadaş olma adına, ki bunu çok iyi yapıyordu, ve rakının verdiği duble nezaketle dikkatli olmaya çalışıyordu. Büyük ihtimalle Candan’ın bir çocuk sahibi olduğunu söyleyecekti. Bu Yılmaz’ı kedere sürüklemektense ithal bir babalık sevincine iterdi. Sonunda Erol hazırdı.


-Abi… Senden sakin kalmanı istiyorum. Bugüne kadar her şeyi beraber atlattık. Bunun da üstesinden geliriz. Yanında olduğumu bil.

-Erol, sorduğuma pişman etmesene adam. Söyle gitsin.

-Sekiz ay önce Candan…

-Erol kızıyorum artık.

-Vefat etti abi. İstanbul’da karşıdan karşıya geçerken araç çarpmış.


Sessizlik… Bilinen ve bilinmeyen tüm dünya tarihinde yaşanmış tüm gecelerin karanlığını içinde barındıran bir sessizlik… Çakmak sesine, sigaranın tütme sesine ya da rakı bardağının masaya konma sesine bile yer olmayan… Yıllarca Yılmaz’ın kafasının içinde çalan orkestranın verdiği, aniden gelişen bir es… Erol, Yılmaz’a sorular sorarak, telkin cümleleri yönelterek dostunun ruhunun tünediği yeri arıyordu. Bir taksi çağırıp Yılmaz’ı evine götürmek istedi. Yılmaz, yaklaşan taksiyi görünce kıvrak bir hareketle Erol’u atlatıp taksiye yalnız bindi. Taksiciye mezarlığa gitmek istediğini söyledi. Yol boyu taksici Yılmaz’la beyhude bir sohbet etme çabası içindeydi.


Mezarlık… Yılmaz, nereye gideceğini düşünemese de ayakları konuya vakıftı. Ayakları onu bir matematik öğretmenin mezarının başına götürdü. Kafasını yukarı kaldırdı. Nerede olduğunu algıladı. Sesler yavaş yavaş geri geliyordu.


Size çok kızmıştım o küçük yaşımda. Şimdi ayaklarım beni size getirdi.

 

Öğretmenin mezarının yanına uzandı. Eline tabanca şekli verip alnına götürdü. Baş parmağını işaret parmağıyla birleştirdi.



İnançsız bedenine dini bir uğurlama yapıldı. Bir yığın insan taze mezarı başında ağlıyordu. Mezarının başında şiire dair gecikmiş bir farkındalık vardı. Sarı, sanki Yılmaz’ın hayatta olmayan tüm aile fertleri için de ağlıyordu. Erol peşi sıra sigaralar yakıyordu. Hıçkırmaktan dumanı içine çekemiyordu. Cevdet, Yılmaz’ın mezarının başında diz çökmüş toprakta avcunu gezdiriyordu. Hiçbir ölüm kalabalık olamazdı. Sırayla Yılmaz’a veda ettiler. Yılmaz bir matematik öğretmeni ile kaldı.


Sarı cenazeden sonra yalnızca bir kere ziyaret etti Yılmaz’ın mezarını. Onun yası, alkolü bırakarak oldu. Erol, Yılmaz’ın her doğum gününde mezar taşını yıkadı. Ona şiirler okudu. Cevdet… Cevdet ne zaman Yılmaz’la konuşmak istese gitti. Ölümünü inkâr edercesine ayırdı vaktini Yılmaz’a.

Yılmaz’ın dediği gibi;

‘’Hikayesi biten herkes ölür.’’

Yılmaz öldü.