-Bazı mutsuzluklar kutsaldır.



Olmaktan yana bir neden bulamadığı bu evi terk etmek için güneşi bekleyecek değildi. Bir dilek hakkı olsa ‘’KADIN’’ın evine yakın bir köfteci dilerdi. Belki de bu hakka sahipti ve çoktan harcamıştı. Kıyafetler, yalnızca şehvetli sevişmeler esnasında dağılır. Yılmaz, kıyafetleri ile uyumuştu. Ses çıkarmamak gibi bir kaygı taşımadan evden ayrıldı. Bir sigara içimini biraz aşan bir süre sonra köftecideydi.


-Ooo Yılmaz, ne zamandır gelmiyordun. Yolun düşmüyor sanırım buralara.

-Öyle oldu abi, iş güç derken evdeydim bir süredir.

-Nasıl gidiyor bari, tamamladın mı kitabını?

-Bitti sayılır da bir şey eksik gibi geliyor. Onu arıyorum.

-Ben anlamam o işlerden Yılmaz’ım. Ama çok da kurcalamamak gerekir gibi geliyor bana.

-Haklısın Cemil abi.

-Hazırlayayım mı sana bir şeyler?

-Çayın varsa içerim abi. Yoksa bir şey almayayım.

-Var var. Olmaz mı? Hemen getireyim Yılmaz’ım


Masaya çay gelmeden Yılmaz defterini çoktan açmıştı. Gün yükselinceye kadar boş sayfaları doldurmakla uğraştı.


‘’Çok da kurcalamamak gerekir gibi geliyor bana.’’ Başıma ne geldiyse başımdan geldi Cemil abi. Bundan on dokuz sene önce, daha az ya da daha fazla olabilir, tüysüz suratım ve yamuk dişlerimle bir okul sırasında otururken sınıf duvarlarında bir soru yankılandı. ‘’Ne olmak istiyorsunuz büyüdüğünüzde?’’ Sınıf mevcudu müstakbel pilotlarla, öğretmenlerle, mühendislerle, doktorlarla ve aklıma gelmeyen nice saygın meslek sahipleriyle doluydu. Ben… Benim o yamuk dişlerimin arasından ‘’İnsan olmak istiyorum.’’ gibi abartı bir cümle çıkmıştı. Görüyor musun Cemil abi? O zamanlarda başlamışım bu kurcalama işine. Lise yıllarımda, arkadaş meclisini, ilk sarhoşluklarımda hep ‘’Bir şey eksik, bulamıyorum.’’ cümlesi ile suskunluğa sevk etmiştim. Yirmili yaşlarımda; koşturmaca halinde kahve içen insanlara, tüketerek var olmaya çabalayanlara, bu çabalarla nikahlanan kadınlara, dudakları şişik kadınlara, son modele, son hıza ve üst segmente alaycı gözlerle bakmıştım. Etimi ve zamanımı ucu açık bir patron çalışan gelir dengesizliğine satmadan bu küçük kente geri dönmüş, yazdıklarım karnımı doyurana kadar bir barda çalışmıştım. Bir zamanlar aşık olduğum, hatta ilk aşkım diyebilirim, müziği bile üstüne endüstri kokusu sinmesin diye bırakmıştım. Hiç değişmedim Cemil abi. Değişmemek için eksildim. Sevmek, heyecanlanmak yahut şaşırmak gibi parçalarımı akıntıda düşürdüm. Hep insan olmayı kurcaladım. Kurcaladıkça yalnız kaldım. Kendi derinimde boğuluyorum Cemil abi. Yine de çayını şekersiz içebiliyorum. Ellerine sağlık.

 

-Abi, ben kalkayım artık. Çay için teşekkür ederim.

-Afiyet olsun Yılmaz’ım. Daha sık uğra, daha az düşün.

-Eyvallah abi. Kolay gelsin.



Yılmaz köfteciden çıktı ve yürümeye başladı. Eve gitmek istiyordu. Kadının davetkar çıplaklığını ve Yılmaz'ı boynundan öpmeye çalıştığını anımsadı. Ayakları karıncalanıyor, alnında soğuk terler birikiyordu. Kuytu bir sokağın başındaki çöp tenekesine boş bir midenin zorlanışıyla kustu. Yıllardır kusuyordu böyle anlara. Aldırış etmeden yoluna devam etti. Eve vardı. Üstüne başka bir siyah gömlek geçirdi. Kitaplarını selamladı ve koltuğuna uzandı. Masada dosya halinde duran kitap taslağına bakarak. ‘’Bir şey eksik.’’ dedi. Telefonu çaldı.

-Nasılsın Yılmaz?

-Aynıyım Cevdet. Sen nasılsın?

-İyiyim. Çıktım şimdi yürüyorum. Erol turneden gelmiş duyduğuma göre. Konuşsan da buralardaysa bizim dükkânda bir sahne ayarlasak ona.

-Puşta bak geldi de bana haber vermiyor mu?

-Sen bir konuş onla.

-Tamamdır Cevdet. Görüşürüz.



Erol, bu serzenişi duymuşçasına bir süratle Yılmaz’ı aradı.


-Yılmaz, nasılsın abi?

-Erol ne adamsın. Kızmaya fırsat vermiyorsun adama. Cevdet’le konuştum, geldiğini duymuş. Bana haber vermeyeceğini sanınca sana puşt demiş bulundum. Kusura bakacaksan haberin olsun.

-Haber vermez olur muyum abi. İşlerimi halletmeden aramayayım dedim.

-Nasılsın iyi misin? Nasıl gidiyor?

-İyi abi, sayende turneden turneye koşuyorum.

-Senin kumaşında vardı.

-Sensiz zordu be Yılmaz. Müsaitsen rakı içelim diyorum bu akşam.

-Sen ve rakı… Elbette müsaittim dostum.

-Eyvallah. Akşam görüşürüz o zaman abi.

-Görüşürüz Erol.


Erol… Yılmaz’ın yıllarına yayılan dostu... Müziğin ikisi için de bir gençlik tutkusu olduğu zamanlarda tanışmışlardı. Yılmaz, Erol’u ilk gördüğünde iyi bir müzisyen olacağını anlamıştı fakat bu kadar iyi bir dost olacağını tahmin edememişti. Sokaklarda, kötü bar sahnelerinde ve çeşitli etkinliklerde beraber çalmışlardı. İlk terk edilişlerinin ve süregelen terk edilişlerinin, yokluğun, kurcalamanın verdiği sancılarının üstesinden beraber gelmiş; ağrılarını hafifletmişlerdi. Yılmaz kazandığı ilk büyük parayla Erol’un şarkısının kayıt masraflarını üstlenmiş ve bu şarkıdan sonra Erol, müzik dünyasına çıkmamak üzere girmişti. Bu dünyaya her ne kadar Yılmaz’ı da dahil etmek istese de Yılmaz bundan hep kaçmıştı.


Bir büyük, sac kavurma, haydari, fava, beyaz peynir ve beyaz masa örtüsü… Konuşmak için rakı seviyesinde azalmaya ihtiyaç yoktu.

-Anlat bakalım Erol. Nasıl gidiyor müzisyenlik?

-Zor ama güzel abi. Olmak istediğim yerdeyim.

-Şarkıları dinliyorum. Gençlik yıllarında nasılsa hala öyle. Nasıl değişmeden ayakta duruyorsun?

-Çok yıpranıyorum, eksiliyorum ama inat ediyorum abi. Değişirsek ne kalır bizden geriye?


Aynı lisanı konuşuyorlardı. İkisi de ‘’kurcalama’’nın bedellerini iç ceplerinde saklıyorlardı.


-Yeni bir kitap yok mu abi? Ne zamandır senden yeni bir şeyler okuyamıyoruz.

-Çalışıyorum. Aslında bitti ama bir şey eksik gibi geliyor.

-Belki eksik oluşu güzeldir Yılmaz. Hep öyle demez miydin yalnız kaldığımda.

-Artık mutsuzluktan kuru bir kaçış yöntemi gibi geliyor tüm dediklerim.

-Sana yine seninle cevap vereyim. ‘’Bazı mutsuzluklar kutsaldır.’’

-Kutsalla ilişkimi kestiğimde ağzımı şarap ıslatmamıştı bile.


Birkaç duble sonra her seferinde sorulan soru, tekrar soruldu.


-Neden dönmedin Yılmaz benimle müziğe? Bir sürü gitarist ile çalıştım. Hiçbiri senin gibi değil. Sen çalmaya başlayınca şarkı söyleyerek seni bölmeye utanırdım. Zaman başka akardı sanki. Seni izledim sahnede, yanında. Ruhunu parmaklarının ucundan tellere akıtırdın. Böyle bir tutkuyu neden bıraktın?

-Bir şeyin peşinden çok uzun süre koşunca insan neden koştuğunu unutuyor Erol. Küskünlüğüm, tutkumu yendi. Ben de seni izledim sahnede, yanında. Sende başka türlü bir şey vardı. Şimdi sıkı bir dinleyicin olmak da çok keyifli.

-Eyvallah abi.

-Konu müziğe gelmişken, Cevdet dükkânda çalıp çalmayacağını soruyor.

-Lafı olmaz Yılmaz, biliyorsun.

-Güzel adamsın Erol.

-Sen de güzel adamsın Yılmaz.