Niye biliyor musun diye başlayan cümlelerin istisnasız her seferinde bir cinayet işlediğini, her soru işaretinin gözlerini biraz daha uzaklaştırdığını ve onu okunmayacak kadar bulanıklaştırdığını unutmanın hafifliğiyle bir soru sordum. Yere düşen kavanoz gibi ellerimde parçalandığını inkar edeceğim. İnkar ettikçe daha büyük bir güneşe ihtiyaç duyacağım, yalanlarımı saklayabilmek için.
Ve veya yahut gibi umutlu kelimeleri hayatımdan çıkarmakla başlayacağım yanına yaklaşmaya.
Yeni bir çay kaynıyor ocakta. Fokurdadıkça, demi içime çöküyor. Meftun bugün kitaplığın raflarına uzun uzun baktığımı bilmiyor. Meftun onun mezarına koştuğumda kendi mezarıma ulaştığımı bilmiyor ve seyrettiğimi. Sadece seyrettiğimi. Seyir, seyir, seyir.
Kaynamayı bırakmayacak tek şey bu evde bir demlik dolusu çay. Sabahları beş bardak içerdi Meftun. İki kaşık şeker atardı, karıştırırken tıngır mıngır, kıkırdardı bana bakıp. İçimden akardı gamzesi. Kalmadı şimdi gamzesi. Gülümseyen suratı parçalandı. Gözlerimden akıyor kanlar. Tavandan akıyor, parkelerden yapışıyor ayaklarıma. Ellerimi sekiz kere yıkıyorum artık. Kan kokusu yemeklere siniyor. Çay bardağına yarım dem, yarım kan doluyor. Burnumdan ciğerime kadar her gün sürükleniyor kan. Şeytanlaşıyor kanı Meftunun. Kulağıma fısıldıyor. Beynimin damarlarından akıyor kanı Meftunun. Yeşerip küfleniyor içerde.
Mutfaktan şıp şıp sesler gelmeye başladığında kalkıyorum kapının dibinden. Su taşıyor. Fokurdamak artık taşmadan kaldıramaz beni yerimden. Taşmak beni mezarımdan kaldırıyor.
Tekrar demliyorum çayı, iki kaşık şekerle hızla içiyorum. Boğazım yanıyor ama çay sıcak diye değil. Yalnız içilen her çay boğaz yakar. Hoş geldinsiz her koridor giyotin masasına dönüşür.
Uğuldayan şamdanların altında sayıklıyorum adını Meftun. Kanlarla kaplıyken ve sarhoşken. Mezarının yanına kendime mezar kazarken.