''Uğurlar olsun görgü kurallarına'' der Shakespeare, haklıdır da, hakikaten uğurlar olsun tüm görgü kurallarına; hoşça kalsınlar, hatta belki de arsızca ama arkalarına dahi bakmasınlar. Kendini görgülü hatta daha da küstahlaşarak ahlaklı olarak tanımlayan toplumun hatırı sayılır kesimi de görgü kuralları ile birlikte bilmediğimiz bilmek de istemediğimiz o kapıdan çıkıp gitsinler. ''Çok görgülü bir beyefendi'', ''ahlaklı namuslu bir hanım'' yanlış! Onlar sadece bulundukları toplumun normlarına kendilerini kusursuz bir biçimde yerleştirmiş, adeta kamufle olmuş kişilerdir ama eğer dünyanın öbür ucunda hatta sadece bulundukları ülkenin başka bir yerinde dahi, aynı kimlikleriyle yaşamaya devam ederlerse, bulundukları yeni toplumun belki de en görgüsüz, en ahlak yoksunu insanı seçilirler. Görgü kuralları insanları ayırır. Söylemek istedikleri tüm kelimeleri değiştirir. Kalıplara sokar, ve tıpkı eski bir sanayideki fabrika makinesi gibi uzun düşünme koridorlarından geçirir, yeni bir makine değildir. Pas, kir ve toz içindedir. Sonunda o uzun, eski şerit bandın en sonunda belirir kelime ve dökülür ağızdan. Kulaklar işitir ama anlamaz. Bu eski sanayi makinesi çoğunlukla en baskın duygularımızı engeller, keser, biçer ve yontar. Yuvarlaklaştırır, ta ki hiçbir keskinliği köşesi kalmayıncaya kadar…

Nefret, cinsel dürtülerin neredeyse tamamı, kıskançlık, üzüntü, sevgi hatta aşk hepsi keskindir. O kadar keskindirler ki bazıları keser bizleri ve sadece içimizden atmak kurtarabilir bizi. Ama bizler bunun yerine bundan çok daha sancılı bir süreç olan o eski sanayi makinesinin içine yollarız tüm bu duygularımızı. Ve yoruluruz, daha kolayı varken mecburen en zorunu yapmaktan, usanırız keşke demekten, nefret ederiz kaçırdığımız onca olabileceklerden.

Tüm hayatınızdaki en özgür anı düşünün, en bağımsız hissettiğiniz, en büyüğünden en küçüğüne verilebilecek her bir kararın, sadece size ait olduğuna emin olduğunuz o an. Tek başınıza olduğunuz ama bunun korkutucu bir durum olmasının aksine, bir lütuf olduğu o anı düşünün. İşte o eski sanayi makinesini bir daha asla açılmayacak bir depoya kaldırmak size en özgür anınızdan bile daha özgür hissettirecek, işte o zaman dünyanın neresinde olursanız olun barınabileceksiniz. Belki birkaç toplum sizleri kabullenemeyecek. Ama siz çok daha büyük bir rahatlığın parçası olduğunuzu anlayacaksınız. Artık onlar ile aynı frekansta olmadığınızı fark ettiğinizde ise, sizleri yanlarına çekmek için kurdukları ve o eski sanayi makinesinden çıktığı her haliyle belli olan tüm cümleler, sarf ettikleri tüm çabalar, sizlerin kulaklarına bile ulaşamadan buharlaşıp yok olacaklar. En nihayetinde kulaklarınızda sizlerle barışacak, kafanızın içindeki gerçekçi, tüm hatlarıyla kesici bir keskinliğe sahip tüm o fikirlerde. Zamanı geldiğinde o kadar güçlü hissedeceksiniz ki sanki içiniz zırhlarla, kalkanlarla kaplanmışçasına. Artık hiçbir düşünce, hiçbir fikir size zarar veremez. Ve artık tek olduğuna emin olduğunuz hayatınızı, en iyi şekilde yaşamak sizin için olağan bir durum haline gelecek. En doğru kararları en doğru zamanda verebileceksiniz. 

Şimdi bu ütopyadan bir an önce çıkın. Çünkü bu imkansızdır. İnsan doğası, yapısı gereği asla bu noktaya erişemez. Herkesin tüm fikirleri diğerlerinin yaşamını olumlu etkileyecek kadar kusursuz değildir. Çoğu insan hastalıklı düşünceler içindedir ve tüm bu insanları tespit etmek bu ütopyanın gerçekleşme ihtimalinden bile daha azdır. Tıpkı cinayetlerin, cinsel saldırıların, haksız kazançların asla bitmeyeceği gibi… 

Değiştirilmesi tabiri doğruysa rafa kaldırılması gereken insan zihni midir? Yoksa yüzyılların yorgunluğu olan toplum kuralları, dinler, cinsiyet kavramları ve namus kuramları mıdır? İnsan ve toplum var olduğundan beri süregelen zaman içerinde, tam manada özgürlük gerçekten mümkün olabilmiş midir? Daha da önemlisi mümkün olabilecek midir? 

O halde kahrolsun görgü kuralları?



(tema fotoğrafı aşağıdaki yazıdan alınmıştır. https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2014/01/01/bilim-anlayisimiz-ve-toplum/)