Bir çiçek açtı içimde. Gülümsedim durdum içimdeki çiçeğe ve döl olan bebeğime. Karamsarlık tüm akrabalarımı aldı götürdü, parlak bir aydınlık süzülüyor karnımdan içeriye. Kamburlaşmış tüm yeminlerim, artık anneme dahi sırlarımı veremem.


Sabah akşam beni bekliyor kalem, topraktan evler gibi yağmurlar sızıyor bedenime. Nasıl da kurudum gittim? Kafamda bir ev; mutlu ve kalabalık. Kulelere hapsedilmiş kötülüğün tek dişli canavarı. Yerine birer ikişer kavaklar dikeceğiz. Usul usul esen, uzun uzun süzülen.


Bir yudum su istedim içimin kurak ikliminden. Kasıp kavuran ağustos içimde karlar ülkesi. Ellerim gözlerimde, bana gösterme günahlarını. Taştan heykeller gibi dikiliyor önüme endamın, alıp götür tüm kitaplarını.

 

Kazanda pişmiş yemekler, düğün alayı kurulsun. Ölüme mi hazırlanıyor bu beyaz yakalılar? Bir taş sesi duyuluyor, biri beni çağırıyor sanki. Bir su sesi duyuluyor, biri ölü yıkıyor sanki, ağlıyor, dağlanıyor yüreği. İçinizdeki ölü kötüleri gömün artık; çiçekler toprakta sulanır.


Her bir sonun başında ölü doğmuş bebeklerim. Kimseye yuva olmadı bu cansız bedenim. Sırra kadem bastı tüm sevdiklerim, aradım da bulamadım, sırrımın içinde yitirdim gerçekliğimi. Karanlık bir dehliz aydınlık bir balkonla yarışır mı? Ben yarıştım, elimde tarihi geçmiş bir kupa, alıp götür tüm yokuşlarını.


Bir tepsi içinde üç bardak.

Sallanıyor göbek bağı ve sedyede kanlı bir bez parçası. Akıntıya kapılıyor kayıklar, sepetin içinde bir bebek ağlaması.

Denizler asılır, denizler aşılır. Bir Musa gelir ancak Nil’in hakkından. Bir İbrahim gelir nar-ı gülün bağrından. Ateşim kuvvetli, elimde bir asa. Vuruyorum asamı İsa’nın çarmıhına. Artık kopabilir bileğime bağlı zincirler.


Bir gemideyim, nedir beni sana getiren? Kırk gün kırk gece hiç durmayan bu yağmur, zeytin dalı uzatabilir mi bebeğime, gül bahçesi yapar mı ateşten yüreğimi? Bir piyano sesi mi bu, yoksa kara göründü diyen Nuh’un güvercini mi? Nameler aynı değil mi? Dinle bak! Aynı şarkı değil mi?


Vatanı olmayan bir çocuğun cansız bedeni vuruyor kıyıya. Nuh’un gemisinden mi atılmış yoksa Musa’nın karşı safında mıymış? Ölmüş bebeğimin ikizi olamaz mı Aylan? 


Saklı bir mektup geliyor yüzyıllar öncesinden, bir şişe kırılıyor ama tepside üç bardak etkilenmiyor zelzeleden.

Baba, oğul, kutsal ruh.

Kırılmış şişe elbette benim bedenim. Bir sancı daha tuttu beni. Kaçıncı ölü bebeğim doğacak? Getirin kefenlerinizi, onlar sizin kirli elleriniz.


Kazılmış mezarlara gömeceğim bebeklerimi. Ölümsüzlük benim sırtımda koca bir mühür. Asiye değilim, Meryem değilim. Bir “anne” kanadında uçmak isterken, çocuklarını diri diri gömen bir bedevi Arapʼın kölesiyim. Dilimi kesmişler, anlatmayayım diye. Kulağımı kesmişler, dinlemeyeyim diye. Yüreğimi kesemiyorlar, rahmimi alamıyorlar.


Ayağımın altında cennetler, kovulmuşum iklimi Havvaʼnın Ademʼinden.

Ayağımın altında cennetler, ellerim semada, dönmeyi bekliyorum sana. N’olur affet beni de.

Çiçekleri toplayın artık, mezarına götürelim.