(Değerli okuyucu, lise dönemimde yazdığım yaklaşık 3250 kelimeden oluşan hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum.)
Her hikayenin bir sonu vardır ama her hikayenin mutlu bir sonu yoktur. Benim hikayemdeki tüm karakterlerin farklı bir hikayesi vardı, ilk nefesini içine çektiğinde ciğer ile gözleri yanacak ve bu histen dolayı minicik ses telleriyle avazı çıktığı kadar bağıracak bebeğimin bile. Benim adım Aden, 9 senelik yolculuğumu seninle paylaşmak için elime kırık bir kurşun kalem aldım.
Doğumuna yaklaşık 1 ay var. Sen bunu mezarımın başında okurken benim yorgun bedenim toprağa karışmış, kemiklerim toz haline gelecek kadar ufalanmış, soğuk kuru toprağın metrelerce altında yerimi almış olacağım. Hastayım, oksijenden ciğerlerin ve gözlerin yanarken ben senin acına ortak olamayacağım. Bu beden, bu kalp daha fazla acıyı kaldıramaz durumda. Şimdi yattığım yerde acı çeken ruhların iniltilerini duyuyor gibiyim. Feryatlar o kadar güçlü ki gökten bırakılan kütleler yer çekiminin etkisiyle beraber etrafa ölüm saçan toz bulutlarının sesini bastırabiliyor. Erimiş bedenimin kulak zarlarına zarar verecek düzeye gelebiliyordu. Şimdi yeryüzünde huzur ve mutluluk içinde yaşayanlar benim şahit olduklarımı görselerdi ölüme hasret çekerlerdi. Ölüm sessiz bir eylem, sessiz bir protestoydu benim için. Sen ise ölümle yaşam arasındaki beyaz bir perdesin, nefesle mezar arasında ince çizgi, unutma ki “Evrende var olan tüm canlılar topraktan geldi ve elbet toprağa geri dönecekler.” diye anlatırdı dedem.
Yaşadığım köy Mezopotamya’nın verimli arazileri üzerine kuruluydu, topraklar Fırat ve Dicle’den besleniyordu. Barış ve huzur bağlı olduğumuz iklimin özelliklerinden biriydi, baharda meralar yeşillenir, hayvanlarımız doğum yapar, bereket içinde yaşardık. 16 yaşındaki bir kız çocuğuna göre normal şartlarda bir hayatım vardı. Her gün şehre 15 dakikalık bir mesafe ile okula gider; orada nakli bilimler, akli bilimler ve yabancı dil eğitimi alırdım. Fransız Edebiyatı dersine olan ilgimden dolayı kendimi şanslı sayacağım tek nokta olmalıydı. Okuldan döndükten sonra dedemin koyunlarını meraya sürerdim, kardeşim Zafir ile oynarken çobanlara bekçilik yapan köpeğim Zeyna da bize katılırdı. Beraber şarkılar söyleyip özgürce koştururduk. Bahar bize böyle gelirdi. Küçük kız kardeşim ise henüz 5 yaşındaydı ve fazlasıyla içine kapanıktı, erkek kardeşim benden 2 yaş küçüktü. Kız kardeşimin çekingenliği anne ve baba sevgisinden yoksun kalmasından dolayıydı, çünkü o henüz 7 yaşındayken annesini kaybetmişti ve hüznü her dakika, her saniye yüz hatlarına yansımaktaydı. Gariptir ki annemize en çok benzeyen de oydu, gözleri onun gibi ela, teni beyaz üzerine serpilmiş kırmızılıklar ve saçları içinde zoraki atan kalp kadar kırmızıydı. İsmi dedemin rahmetli eşinin adıydı: Elise. Bu yüzdendir dedem Elise ile pek alakalıydı; onunla ilgilenir, hayat deneyimlerini ona yansıtmaya çalışırdı. Diğer kardeşlerinden fazlasıyla iradeli olacaktı. Dedem ise ismi gibi bir insandı, köyde ona “bilgin adam” derlerdi. Agah Dede sert yüz hatlarına sahip, yaşam tecrübesinden olacak ki kırışık alnı ve yorgun gözleri ile insanın içindekileri okumasına yeterli gelmekteydi. Sakal ve saçları ak, gözleri maviye dönmüş, mütevazı biriydi. Erkek kardeşim Zafir de onun genlerini almış olmalıydı ki omuzları geniş, siyah saçlı, uzun boylu bir kardeşti. Gözleri ise Elise gibi elaydı. Yaşıtlarına nazaran daha iriydi. Her cuma günü kardeşlerimle beraber bahçede, tahtadan yapılma kamelyanın altında dedemin öğütlerini dinlerdik ve bir gün yine dedemi dinlerken:
— Sabır erdemdir, dedi.
— Erdem nedir peki? diye sordum.
— Erdem hayatın getirdiklerini kendine göre şekillendirmektir, ona hükmetmektir, özgürlüğe giden yolda cesaretin yol arkadaşıdır. Unutmayın ki erdem sahibi olan insan adalete, bilgeliğe, cesarete ve ölçülülüğe hükmetmesini bilir.
— Peki ya erdem sahibi olmak için ne yapmalıyız?
— Tutkularından uzak durmalısın sevgili Aden, her şeyin aşırılığından kaçınmalısın, orta yolu bulmalısın ve seçeneklerde her zaman ortayı seçmelisin. Bir kitap okumuştum, o kitapta erdem için söylenen cümle çok ilgimi çekmiştir: “İster öfkeliler, ister şehvetler, ister bağnazlar, ister kinciler soyundan ol: Sonunda bütün tutkuların erdemlerin oldular, bütün şeytanların da meleklerin.” (Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, çev., A. Turan Oflazoğlu (Bilgi Yayınları, 1964), 54.) Dedemin sözleri bize bir ömür yeter gibi geliyordu, doğru düşünüyorduk. Sözleri bize yetti de arttı da. Sanki hayat bize oynanan oyuna karşılık, dedemize bir bilgelik bahşetmişti ve o bilgelikte hayata tutunabilmemiz için sunulan hediyeydi.