hiçbir kelimenin kokusu burnumda tüterken

mürekkepler kadar koyulaşan rengi hayatın

aşkı ve sevdayı anlatmaya yetmez kızıl dumanı

sarhoşlar mahallenin küfürlü asfaltına hayat üflüyor

salkım söğüt dalları sarkar alnımın satırlarından

ve bu dallar kadar eğerken benliğimi

şarkılar ve naralar önünde belirir saygıyla ölümüm


“tüterken hayatın dumanı

üflüyor satırlarından benliğimi ölümüm”


silah patladı az önce arka sokakta

vurulmadım

ben yaşamak üzere doğrulmuşum

nehir sularını akıtmak ve

tükürmek için sokaklara


üşür bu oturduğum ağacın altında yalnızlık

köpekler ürürken silah seslerine kendi dillerinde

ölmedim dün gece

hatta bu gece de

yaktığım her nefesimi ısıtması lâzım

üşüyen bir çift göze âşık ellerimin...


“yalnızlık dillerinde ‘gece’ de lâzım…”


fakat kötüdür benim yazım

sen yaz


bir türkünün nakaratında loş kafiyeleri duymakla lanetliyim

sesin yerine fırtına eser namluda soğuk

volta atar yüreğim daracık avluda

cananına gülümseyen ellerim ürkek

ilk adım atar gibi yavru ceylan

inceldiğini görüyorum bu gece yüreğimin

belki çocuklar kavrayamıyor manasını

bugün ölüyorum seni kollarıma sarıp kavrayamamakla


“lanetliyim soğuk avluda

ürkek ceylan yüreğimin

manasını kavrayamamakla”


bu kollarımın kavrayamadığı

son şey olsun

son güçsüz nefesim

ve son hayalim