Kendinden nefret etmeye başladığı günleri düşünüyordu belirsizliğin
Sıra sıra dikilmiş duyar partizanı toplumların yasakladıklarını sandıkları önyargılarınsa tam ortasında
Ticarete girişmiş ağaçların oksijen satmayı bıraktığı zaman aralığında
Herkesin düşünmekten korktuğu şeyin içinde dans ediyordu zihni
Bu onu suçlu kılıyordu çünkü günden güne değişmişti sapaklık
İşte o günlerden birindeydi görüş açıma girince
Bugün de benliğim aynı raksın ortasında
Dumanlardan dolayı başkarakterin görüş açısından uzakta bir konumda
Her bir yaprağın sararıp solmasını izliyor, belki inanmazsın, baktığı yapraklar çürüyordu aynı anda
Dünyanın en pahalı deneyimlerinin vadettiği birkaç şeyi gerçek halinde incelemenin verdiği hissin ne olduğu
Kafamdaki tek soruydu, kalanların yanıtlarına ne gerek vardı
Fazlaca geçmiş zaman kullanılıyor tüm ağıtlarda, belki o da buna benzer şeyleri düşünüyordu
Devinim yeteneğini kısıtlayan bir kasvet ortama hüküm sürüyorken bileklerden akan her damla kan fizik kurallarına ve diğerlerine olası tüm cepheleri alıyor
Azı dişleri ile bilenmiş dut dalının içi de kötülük yapmış olmanın kıvancıyla dolmuş
Ambiyansın haklıca özsever kahkahalarını duyduğum o saniye göz göze geliyoruz birinci kez:
Makarasını salan balıkçının yanında duran kadının bardağındaki bir kaşık çamur yere düşüyorken kurşun geçirmez bir cam levhanın içinde buluyorum kendimi
Sabah vakitlerinin tartışmaya açık sıcaklığı denizin üstüne doğru tonlarca buhar kaldırıyor, adam yaşlanıyor
Ben buluyorum kendimi
Altıncı yaşımın tanrısını sorguluyorum bir şeytanın dudaklarının arasından
Her türlü usalazı arasında tek gerçekliği fark ediyorum ki
En ucuza çalışan iblis çocuklarının odasında, bir boy aynasının yansımasında oturuyormuşum
Sessizlikle elde edileceği sanılan avuntuya kimin ihtiyacı var, onu buluyorum
Ve gözlerini çekiyor üzerimden…
Kaç kez yaşadın bu hayatı, gözlerin neden kıpkırmızı
Anlatamam çünkü geçmişin için yere serilmediğim tek an olmadı. Sen bunu istemiyorken de değişmedi hiçbir şey
Anlatamam çünkü her sabah gençliğimin önünden geçerken itina ile
Bir kez yaşadım, sekiz kez öldüm, akşamlarıysa kararım yol değiştirmek
Anladım ama sen kimsin
Ya omuz bulamama sancısının ürünü o örek, ya ıslak ve depremzede evin tavanı
Elveda hepinize, artık hepsi sensin
Varsın ama nefes almak istemezsin, boğulursun ki ben de boğulayım
Ciğerlerin patlasın ki biçare kalayım, sen insan değilsin bensin
Lanet okuyayım ki mutlu olasın ve tatmin olasın ki tekrar yakınayım
Öldür ama süründürme beni, köpekbalıklarına ver bedenimi
Ama süründürme çünkü ben gözlemle kararın ta kendisiyim
Bacak bacak üstüne atmış durarak zavallılığını izliyorum
Güçsüzüm. Yine de asla yanlış anlama, asıl amacım bakmak oldu yüzyıllardır
Söz verdim kendime bir bakıma, her yerde geçen akçeni kesip attım. Tahtımda otururken tüm duyulara hükmettim
Sonra gerçekten de başını çevirdi… Yine görmüyor beni
Yine yalnızca sararan yapraklar gördüm, izlemeye başladım; Kan damlaları havada süzülüyor sisvari, onu fark ettim
Hızlı ritimler sarmış etrafı etraflıca, zamanın kapısı açılmış da kaygılarım geriye sarmış kendini
Hissettiklerimi böyle anlatıyorum galiba, özgürlüğümün kısıtlanması böyle havalı
Tinimin kuzeyine böyle hasret kalmış, keyfime böyle bakmıyorum
Böyle acınası anıların iyesiyim; kararlı, o kadar da üşengenim
En küçük dalga vurduğunda yırtıyorum binbir emek sayfaları, kitapları
Sahi, gerçekten de oldu mu tüm bunlar? Çok fazla anıyı çağrıştırdı başımın karası
Kabul etmek istediğim her şeyi suratıma vurdu, acıttı
Çok şey öğretti. Avuçlarımdaki susuzluğumu giderdi, dudaklarıyla
Batık olmamı isteyenleri susturdu
Bunun yanında açılmamış kutuları gösterdi. Bir tanesine girdim
Karşıma duygusuz bir savaşçının otuz binyıl boyunca beklediği olay geldi
Artık en yüksek dağların içinde, ölü bedenlerle kuşatılmış arsalarda narenciye kokusu çekiyorum ciğerlerime
Bundan böyle yokum hiçbir ciddi kumaşın içinde
Parmaklarımı teker teker diline değdiriyorum, yağmurun tadını belki öyle alırım diye
Kendimi kaybettirmekten usanmadım anlayacağın
Ulaşmak için çok bilgi feda ettim; hep ulaştım, hiç tat almadım
En sonunda son güne geliyorum tekrar
Kaçıncı zarardı kendisine sayamadım fakat duyar bağımlısı siyah biraz da beyaz suratlı köpekler kimin umurundaydı ki bu noktada
Yeminler edilmiş kandiller yakılmış bir soykırım ilahisi çalarken onun yanında oturuyorum
Bana sarılıyorken biliyorum ilk defa gözyaşlarımın bütün haklılıklarını kullanıp döküldüğünü bu sefer
Tüm kel kafalı keşişler imreniyor bizi görüp ve bana hâlâ sarılıyor, bir şey fısıldıyor kulaklarıma:
Küçük çocukların yatak altına saklanacakları günler mi gelecek? Gelecek
Ama masum çocuk hâlâ uykusunda mı? Uykusunda
Rüyalar ülkesinde yaşıyor aslında, onun ancak kabusları gerçek
Aşık olmuştu galiba acıya. Çünküsünü bilmem, çocuk işte! Elde etmediği şey yok her serzenişinde
Rüyaları çok güzel çocuğun öyle söylüyor. Olayın gerçek tarafını anlatıyor ebeveynlerine birisi
Bu çocuğun geçmişinde iki genç varmış. Gençler çocuğa hayran, o ise sadece göz kırparmış
Bir gün bu güzel gençler gelmemiş oralara, sanki gökyüzü yarılmış, Asya ikiye bölünmüş o gün
Çocuk huzursuz olmuş o gün, haberci kuş uçmuş çocuğa. Gençlerin dilinden olanları anlatmış:
Bir kahin geldi evimize doğru, içeri aldık. Dedi ki, o çocuğu bırakın yoksa susmazsınız, ağlarsınız gece gündüz diye
Gençler korkmuş bırakmışlar, çocuk uyanmış.
Bileklerinden dökülen kan tükenmiş. Bilincim kayıp, artık sonsuza dek öyle kalabilir, orada bırakıp gidiyorum
Artık yok: Görmüyor, işitmiyor, hissetmiyor, bilmiyor, kabul etmiyorum
Bu şeyin adı insanlığın sırrını çözüp hepsini ortak noktasından birleştirmek
“Hiçbir zaman dörtten az olmadık…”
Gözleri elmastan, onun kadar ışıltılı,
Parlak, kesinlikle yumuşak
Kırılgan
Ve karanlık, o dünyayı yere seren
Uğruna savaşılan, öldürülen kömürden
Yorgun, çok yorgun, hareketsiz, ölümcül dudaklar
Hepsi donakalmış bastırmak için
İsa’nın kutsal kasesine akıtılmış, içerken yanaklarına değen inançları
Kıyamet gibi
Sessiz, bol gürültü şans eseri
Karmaşa içinde dizilmiş sırasına
Yüzüğe dönüşmüş, yeşil, takılmayacak
Çünkü üretilmeyecek asla
Mutluluğun tıpkı karbon gibi
Uçlarda aranması gerektiğini
Hep bilecek, hiç düşünmeyecek
Kim yapsın bu işi
Kim vursun asasını yere zaten
Zaman, devam edecek yere doğru
Büyük bir hırs, korku içinden yönelmeye keşfedilmişliğe doğru
İlgisini bu yüzden kaybedecek maymunlara
Güzelliğe
Özelliğe dönüp arayış içinde
Ya da böyle olmasını isterdim
“…Şimdi dörtten fazla olduğumun bir beyanı bu”
Hepsinin çok fazla hikayesi var, yine de anlatılmayacak bir hikaye bu
Onun yerine sen, koca yemiş, başka ne istersin?
Bilmek, hissetmek, işitmek
Görmek ister misin, korkutucu olabilir
Ama ister misin?
Seni izliyorum, bedeni şişmiş suyun altında. Dokunsan delinecek, ben öyle görüyorum
Kokusu çok güzel, üzerime de çıkıyor. Beliği sırtıma çarpıyor yavaş yavaş
Az önce gözünden kaçan kurt muydu yoksa? Etrafı da çokça, çokça iltihap
Nefes alıyor, beni de benden, kendimden geçmek istiyorum.
Yaşamıyor mu? Capcanlı! Ben öyle görüyorum
Burnundan çıkan damarlar parçalanıyor aniden. Sanırım sorumlusu içeride, ne olduğunu anlamıyor giriyorum
İstiridyeler kalbini sarmış, etrafları yosun tutmuş
Deniz bütün sorunu onlarda görmüş, ben ölümü içinde beklemiş, kanını içiyorum vahşice
Etkiler olabildiğine gecikerek geliyor. Öyle ki kalbin durdu biraz önce
Beynin haşlandı, düşünememen gerekiyor, acı içinde ölmen! Titriyorsun sonra, bu bilgileri sana getireceğim
Anlaşılmayan hıçkırıklar, sözcükler çıkıyor ağzından; Ellerin nereye kalkıyor, kimse bilmiyor
Şimdi tekrar azaldığımızın, şimdi tekrar öldüğümüzün bir beyanı bu
Herkesin çok fazla hikayesi var, yine de anlatılmayacak tek hikaye bu