İkinci eşinden boşandıktan sonra pek tadı kalmamıştı Rafet'in. İşsizlik belası da iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlayınca temelli çekilmez olmuştu hayatı. 


Öğlen geç vakte kadar yatıyor, öğleden sonra da nazının geçtiği birkaç esnaf dostunun yanına yardım etmeye gidiyordu. Gündeliğini alınca da doğruca eve... Genç yaşına rağmen hayat gerçeği kara bir bulut gibi çökmüştü üzerine.


Devamlı bir işten umudunu iyice kesmiş olacak, iş aramaktan vazgeçmişti. İkinci karısı da bu yüzden kendisini terk etse de yapacak fazla bir şeyinin olmadığını biliyordu. Yoksulluk küçük yaşta yakasına yapışmıştı Rafet'in. Ortaokulu bitirir bitirmez sanayiye çırak girse de işi sevmediğinden dolayı çay ocağı askıcılığı, ayakkabı boyacılığı, pazarcılık, kasap çıraklığı gibi türlü işlere girip çıktı. Amma velakin hiçbir işte sebat etmedi.


Çocukluk çağlarında en çok zoruna giden şey ise okuduğu okulun önünde simit satmaktı. Mahallenin varlıklı piçleri kendisiyle alay ettiğinde ağlamaklı olur lakin belli etmemeye dikkat ederdi. Bilinçaltını esir alacak eziklik duygusunun temelleri belki de o simit tezgâhının başında, o yıllarda atılmıştı.


Arkadaşlarının yönlendirmesiyle düzgün sayılabilecek birkaç fabrika işine başvursa da tecrübesi olmadığından hiçbirisine alınmadı. Okuldan yeni mezun olmuş bir genci işe alırken bile o gençten iş tecrübesi bekleyen bir sistemi sorgulamanın ne kadar gereksiz bir eylem olduğunu bildiğinden, her başvurusunun tecrübesizlik gibi bir gereksizlik yüzünden geri çevrilmesine hiç kafa yormadı. Yaşamak zırvalığının çağlayan sularına öylece bıraktı kendini.


Fakat asla yılmadı Rafet. Önemli otellerde aşçı yamaklığına varıncaya kadar sayısız işte çalışmaya devam etti. Hiç farkında olmasa da zamanla o kadar farklı alanlarda çalışır olmuştu ki; kâh kültür merkezlerinde tiyatro bileti kesiyor, kâh seçkin bir kitabevinin raflarını düzenliyor, kâh bir sinemada yer gösterici olarak fener tutuyordu. Bir gün Atatürk Kültür Merkezi'ndeki bir resim sergisinde tabloları duvara asarken tesadüfen bir ressamla tanıştı. Bir yabancıyla hayatının en uzun soluklu sohbetini yapan Rafet'in o sohbetten sonra adeta bir anda ufku genişledi, hayata bakışı değişti.


Artık tiyatro bileti keserken oyunun temasını sorguluyor, tablolara bakarken derinliği anlamaya çalışıyor, çalıştığı kitabevinde kitapları raflara dizerken ise kitapların sayfalarını karıştırıp yazarların üsluplarını inceliyordu. Sanatla öylesine haşır neşirdi ki zamanla resim yapmaya merak sardı. Eve aldığı tuvallere ayrıldığı ilk eşinin portresini çiziyor, beğenmeyince de yırtıp atıyordu. Bir müddet sonra portre yapmaktan sıkılınca doğa resimleri yapmaya, akabinde de sergi açmaya karar verdi. Başarılı sayılabilecek pek çok doğa tablosunu biletçilik yaptığı kültür merkezinde sergileme fırsatı bulsa da beklenen talebi göremeyince şevki kırıldığından resim olayından vazgeçti.


Yaşamak için çalışmak gerek ilkesini iyice kendine düstur edinmeye başlayan Rafet, hiçbir başarısızlığın önünde engel olamayacağını düşündüğünden yaptığı her işi severek yapmakta karar kılmış, yemin etmişti sanki. Yalnızlık illeti her fırsatta kendisini en ağır biçimde hatırlatma gayreti içinde olsa da bu belayı tez vakitte başından savmasını bildi. İşine, sanata sarıldı.


Başarısızlık, hayata küstürmek yerine kamçılar olmuştu Rafet'i. Bir gün raflarına kitaplar dizdiği kitabevinde çalışırken sarışın, genç ve güzel bir kız tarafından kendisine yöneltilen Orhan Veli kitaplarının hangi rafta olduğu sorusuyla afalladı. O ana kadar bırakın şiirle ilgilenmeyi, bütünüyle hiçbir kitabı bitirme başarısı gösteremeyen Rafet ilk kez ismini duyduğu şairin ne tür bir 'yazar' olduğunu düşünmeye koyuldu. Orhan Veli hakkında hiçbir fikri olmadığını açığa vurmamak için de ''Siz hangi kitabına bakmıştınız acaba?'' sorusuyla vakit kazanmak istercesine kasaya doğru, kasadaki arkadaşından Orhan Veli hakkında bilgi almaya yöneldi.


''Sakın Şaşırma,'' dedi, güzel kız. ''Sakın Şaşırma isimli kitabını arıyorum.''


İsmi kulağa tuhaf gelmesi sebebiyle kitap Rafet'in gözündeki gizemini iyice artırdı. Kasadaki çalışandan kitabın önce ne tür bir kitap olduğunu öğrendi, sonra da şiir kitaplarının dizili olduğu rafı iyice öğrendikten sonra ''Buyurun,'' dedi genç kıza. ''Beni takip edin.''


Raftan almış olduğu pembe kapaklı Orhan Veli kitabını kıza uzatırken ''Şiir okumayı seviyor olmalısınız. Binlerce kitap içerisinden Orhan Veli kitabı istediğinize göre,'' diyerek ufak çaplı bir muhabbetin temellerini atmak istese de kız pek oralı olmayıp ''Şiiri kim sevmez ki? Şiir sevilmez mi allasen?'' cümlesiyle muhabbeti sonlandırıp kasaya, kitabın ücretini ödemeye gitti. Terk edilmişliğin sayısız örneklerini gören Rafet de kızın tavrına içerlemek yerine ilk kez okuyup bitirmek istediği bir kitabı almak üzere elini rafa doğru uzattı ve içgüdülerine inanarak bir şiir kitabı seçti: Edip Cansever, ''Gelmiş Bulundum.''


Sanayi çıraklığı hariç hemen hemen her işte rüştünü ispatlama başarısı gösteren Rafet, evde kaldığı tüm boş vakitlerinde ilk kez satın aldığı bir kitabı, ''Gelmiş Bulundum''u büyük bir heyecanla okuyor; mecazın, imgenin, ironinin farkında olmasa da şiirleri özümsüyordu. Gün geçtikçe içinde bir çığ gibi büyüyen şiir yazmak hevesine engel olamayınca yazdığı şiirleri kitaplaştırmak düşüncesi de kendiliğinden gelişti. Başvurduğu adamakıllı hiçbir işe alınmasa da bu olumsuzluk kitap çıkarmak hevesine engel değildi. Keza her gün bir başka yayınevinin kapısını aşındırıyor, ya yüksek basım maliyetleri ile karşılaşıyor ya da üçüncü sınıf yayınevleri tarafından dahi kabul görmüyordu. Lakin bu sefer bütün kapılardan geri dönüşlerinin acısını çıkarmak istercesine her gün biraz daha hırsla donanıyor, kendini bir bok sanan insan müsveddelerine her zamankinden daha fazla bileniyordu. 


Bir pazartesi günü otel mutfağındaki işine çağrılmasına rağmen Rafet teklifi reddedip yine inatla yayınevlerini gezmeye koyuldu. Birkaç yayınevi dosyasını beğense de 'isimsiz' bir yazar olduğundan bu riski alamayacaklarını söyleyip kibarca reddettiler Rafet'i. Diğer büyük yayınevleri de ''Zaten bizim hâlihazırda isim yapmış şairlerimiz var. O yüzden kusura bakma ama başka şairlerin kitaplarını basmıyoruz delikanlı,'' diyerek kapılarını bir daha açılmamak üzere kapattılar Rafet'in yüzüne. Diğer yayınevleri de ''Kusura bakma ama önemli bir referansın olmadan kitap mitap basamayız biz,'' gibi kaba bir üslupla terslediler Rafet'i. Hangi işe girmeye yeltense birilerinin birilerine hep referans olması gerektiğinin, birilerinin önemli yerlerde olduğunun, birilerininse köşebaşlarını tuttuğunun farkına varan Rafet büyük bir hayal kırıklığı ile eve dönerken dosyasını kaldırıma fırlatıp attı ve ''Canına yandığımın dünyası. Ulan! Bütün köşebaşları birileri tarafından tutulmuş. Kıçı kırık işlere bile tanıdığım yok diye giremiyorum. O zaman iyisi mi yeniden, yaşamaktan ziyade, yaşamaya çalışmaya kaldığım yerden devam etmeli!'' diyerek gecenin karanlığına doğru haykırdı.


Eve doğru umutsuz ve ağır adımlarla bilinçsiz bir şekilde yürüyordu. Hayalleri bir günde yıkılmıştı Rafet'in. Üstelik yağmur yağmaktaydı.