Bu zamana kadar utandığımız anları düşündüğümüzü varsayarsak, aslında toplum olarak birçok konuda utanabiliyoruz. Giydiğimiz kıyafetten, aynadaki görünüşümüzden, vücudumuzdan, vücudumuzdaki değişimlerden, maddi durumumuzdan, ailemizden, kaderimizden ve kimi zaman karakteristik özelliklerimizden, kimi zaman da kökenimizden, yaşadığımız evden, mahalleden ve hatta ülkemizden utanabiliyoruz. Bazen utanç dediğimiz duygu “çekinme” anlamıyla karşımıza çıkıyor. Biz buna açık, bilinçli deneyimlenen utanç duygusu diyoruz. Tepki olarak başımızı eğiyoruz, gözlerimizi kaçırıyoruz ya da hemen kızarıveriyoruz. Bazen ise “çuvallama” durumunda hissettiğimiz tek duygu olarak çıkıveriyor karşımıza. İşte buna da bilinçli deneyimlemediğimiz utanç diyoruz. Tepki olarak ise “mahcubiyet" halini alıyoruz. Benim de utandığım anlar oldu elbette ama ben size “Derya” olarak utandığım bir anımı değil de “insan" olarak utandığım anları anlatmak isterim. Ülkemdeki kötülükleri gördükçe utanırım. Yere çöp atan insanları, gezip dolaşabildiği, başkalarının “cennet" olarak tarif edebileceği güzellikleri yakanları veya yıkanları gördüğümde utanır, sıkılırım. Haber izleyemem mesela. Çünkü orada tanımasam bile kız kardeşim, annem, ablam olabilecek kadınların ölüm haberlerini alır, eşit yaşayamadığımız bir dünyada yaşamaktan utanırım. Konuşamayan, derdini anlatamayan hayvanlara yapılan zulmü görür, duyarım ama sadece “kınamak”la kalındığını görünce, başkasının -bu bir hayvan dahi olsa- yaşama hakkına karıştığımız için utanırım. Yardım etmeye gönüllü bireyleriz toplum olarak. Bunu bilir ve sevinirim lakin ihtiyacı olmasa da toplumun vicdanını kullanarak onları dolandıran ve gerçekten ihtiyacı olana gidecek yardımı engelleyen dolandırıcıları, haksız kazanç elde edenleri gördükçe utanırım. Belki sizlere bir gün gerçekten “Derya” olarak bir utanma anımı anlatırım fakat saydığım bu kadar utançtan sonra ona ne yazık ki pek vakit kalmıyor maalesef.