Yastığıma sarılarak uyandım.

Saat 07:11

Panjur sımsıkı kapalı değildi.

Arasından sızan günışığının puslu olduğunu anlayabiliyordum.

Aslında korkarak uyandım ben.

Yeniden gitmenden korkarak.


Usulca kalktım yatağımdan. Benimle beraber biri daha vardı sessiz adımlarla ilerleyen. Başka bir odada, başka bir yatakta yalnız başına uyuyordun. Yatağıma geri dönme fikri başta güvende hissettirse de yapamadım. Kapının ucundan gördüm seni. Usulca seyrettim bir süre. Kapıya sırtın dönük bir vaziyette uyuyordun. Biraz yaklaşmak ve yüzünün son halini görmek, belki de onun sen olduğundan emin olmak istedim. Birkaç adımın verdiği ürkeklik ve heyecanla yaklaştım yanına. Bu suret, yıllar geçse de aynıydı. Cennet böyle bir yerdi, değişmezdi, değişime asla uğramazdı.


Sustuk.

Merhametle nefreti birbirinden ayırmaya çalıştık.

Sınırlarımı konuştuk ve yeniden nefretimi.

Aşk ile şefkati birbirinden ayırdık sonra.

Üzerime giydirdik, çok yakıştı.

Üzerine giydirdik, kıyamadım.

Sonra pişmanlıklarımı hırkamın cebinden çıkardım.

Hatırlarsın o hırkayı; pembe beyaz pötikareli.

Birazda merhamet aldım avucuma çantamdan.

Korkuyordum.

Senin için korkuyordum.

Ve asla bilemeyecek olmadan daha çok.


Bu kaçıncı sefer bilmiyordum. Bazen çok sık bazen de hiçliğin ortasına bırakılmış. Memnun da değildim bu durumdan; kurtulmuştum bütün bunlardan. Odan değişmemişti bu sefer. Yatak aynı yatak, lastikli çarşaf koyu turuncuydu. Yatakta iki kişi mışıldıyordu. Biri kalkar gibi oldu ve beni görünce kalkmayı başardı. Diğer odada yatan da sendin, ayağa kalkan da ve diğer yatan kişi de… Ses çıkarmadın, ses çıkarmadım. Yavaşça bıraktığın sıcaklığa doğru hareket ettim. Sen gitmeye yüz tutmuş yüzünle hazırlanmaya çalışırken, ben yatağın ucuna oturdum. Yanına kıvrıldım daha sonra. Dönmedim sana doğru, dönemedim. Sadece sırtüstü uzandım yanına. Sen hazırlanıyordun ama aynı zamanda yanımda uyuyordun. Birkaç dakika sonra gideceğinden sen de habersizdin.


Ben düşünüyordum.

Bu merhamet fazla değil miydi?

Hep vicdanıma seslendim.

Hep vicdansızlığına.

Tanrı gibi davranmanı yadırgadım sonra.

Müritlerine isimler verdim.

Pek bi sevdim de seni.

Bıraktığın görüntülere, kulağımda çınlayan seslere rağmen.

Yine düşündüm sonra.

Adaletten ziyade ilahisinin varlığını.

Sustum kendime, ses çıkaramadım.

Onu düşündüm, seni düşündüm, onları düşündüm.

Bu kadarı tesadüf olamazdı.

Gülümsedim.


Birden zaman kaydı ayağımın altından. Önceleri bir girişli yapılan ama sonra bir giriş daha açılan bir evdi burası. İki girişte farklı mahallelere açılıyordu. Bir girişi bahçeye açılıyordu. Bahçede cennet hurması ağacı vardı. Küçük bir lavabo, bir küçük ayna ve kokusu bütün bahçeyi saran pembe bir el sabunu… Diğer girişinde ise bir selvi ağacı. Selvi ağacına bakan ve sonradan o cepheye açılan bir küçük pencere; demir parmaklıklı. Camı olan, tahtadan bir giriş kapısı ve yine demir parmaklıklı; camı örten bir beyaz perdeyle… Eski bir Bursa eviydi burası.


Uyandım. Sen hazırlanmaya devam ediyordun, susuyordun. Hiç konuşmadım ben, konuşamadım. İçime içime sustum hep, susturdum içimi. Bir an için telaşelendiğini hissettim. Uzandığım yatağın ucuna oturdum o halini gördüğümde. Sanki geldi dedin; o geldi. Yerde bir taş duruyordu. Avucumun içi büyüklüğünde. Bir beddua olduğunu düşündüm onun; hiç etmediğim türden. Korktum da kapıya koştuğunda ayağına takılacağından. Ama takılmadın. Koşarken çıkardığın seslere aldırmadın. Tahta bir zemin, altı kömürlüktü buranın. Kapıyı açtın ve hiç içeri girmemişçesine. Kalktım yerimden sonra meraklanarak. Kısmet işte, taşa takılan ben oldum. Acımadı ayağım, diğer organlarıma kodlanmıştı acının ne olduğu. Ayağımla ittirmedim o taşı, elimle aldım bir kenara koydum. Kapıya doğru yönelip perdenin ardından sana bakmak istedim. Usul usul hareket ederek perdeyi araladım. Çekindim görmenden beni. Hatırlamıyorum görüp görmediğimi seni. Selvi ağacına bakan cama saçlarının gölgesi düştü sonra. Birazda yüzünün silüeti… Tahta kapı şeffaflaştı sonrasında. Meğer yağmur yağıyormuş sen kapının kuşluğunda beklerken. Beyaz, lüks bir araba yanaştı daha sonra. Aramızda bir kapı olmasına rağmen içindeki heyecanı, kırılmaya yüz tutmuş bir buruklukla hissettim. Ve daha sonra “o değil” dedin…


Yeniden gitmenden korkarak uyandım.

Merhamet ettim.

Ama bu sefer kendime.

Sarmıştım yaralarımı ve kurutmuştum gözyaşlarımı.

Burası aynı oda, aynı yatak.

Kapı, duvar hep aynı.

Kucakladım yine seni, okşadım saçlarını.

Tıpkı senin sevdiğin gibi bir baba şefkatiyle.

Yine açardım kollarımı.

Sarmaya değer görebilseydim.

Korkmasaydım, korkmasaydın.

Dönmeseydin yüzünü hiç tanımamışçasına.

Olsun…

Alışmalı.

Değişmeli.

Unutmalı.

Belki bir gün hiçbir şey olmamışçasına,

Rüyalarda buluşmamışçasına,

Ve eğer bir gün uyanırsan,

Hiç gitmemişçesine...