Gece gökyüzünde dolunay vardı. Genç, Takasçı’nın verdikleri ile birlikte dolunayı en iyi şekilde görebileceği bir yere çıktı. Her zaman aya şiirler okuyan genç, bu sefer Takasçı’nın verdiği kağıda yazıyordu yüreğinden kopanları... Yazdıkça yazdı, döktükçe döktü içini genç. Aynı zamanda evin birinden keman sesi duyulmaya başlamıştı. Penceresi açıktı evin. Orta yaşlı adam kimseden korkmuyordu. Belli ki kalbinin pencerelerini de ardına kadar açmıştı artık. Arşe keman yayının üzerinde yağ gibi kayıyor, keman sesi ve şiirler renklendiriyordu dolunayı. Genç kızsa Takasçı’nın tezgahından ayrılıp doğruca uçurumun kenarına varmıştı. Takasçı’nın verdiği balonlara teker teker gerçekleştiremediği yedi hayalini üfledi. Tüm balonları sıkıca bağlayıp uçurumun kenarından gökyüzüne salıverdi. Sonrasında derin bir rahatlık yaşadığını fark etti.
Genç, elinde yazdığı şiirle birlikte sabırsızlanarak keman sesinin geldiği eve doğru koştu. Keman çalan adamı buldu. Doğrudan şiirini uzattı ona. Adam şiiri okudu ve yüreğinden havalanan kuşları kemanının tellerine kondurdu. Bu çaldığı tutsaklığa karşı özgürlüğün, uykuya karşı uyanışın marşıydı. Gece ilerledikçe çevrelerinde bir sürü insanın toplanmış olduğunu fark ettiler. Genç kız ve yaşlı kadın da oradaydı. Gün boyu çalıştıkları saray bu marşla birlikte çoktan yıkılmıştı artık düşlerinde.
Kralın askerleri olanları fark ettiler. İçlerinden biri doğruca kralın odasına gidip kralı uyandırdı. Olan biteni özetlemeye çalıştı krala. Köpeklerin kaçtığını, birinin keman çaldığını, halkın bu insan etrafında toplanıp defalarca aynı şarkıyı söylediğini anlattı. Kral pencerenin yanına koşup: “Ne demek bütün bunlar? Kemanı nereden bulmuşlar? Krallığımda sanatın her türlüsünün yasak olduğunu bilmiyor mu bu insanlar? Sonlarının ölüm olduğunu bilmiyor mu?” diye bağırdı askere.
Asker, Takasçı ve Küheylan’dan bahsetti krala. Büyük ihtimalle Takasçı’nın kemanı verdiğini söyledi. Köpeklere de bir ot yedirdiğini ve köpeklerin aniden sakinleştiğini anlattı. Kral, askerine çabucak Takasçı ve atının bulunmasının emrini verdi. Ardından atın öldürülüp köpeklere yem edilmesini ve Takasçı’nın da darağacında sallandırılmasını söyledi. Asker, kralın odasından çıkarken de: “Sallandırılmadan önce buraya getirin. Kimmiş bakalım bu Takasçı.” diye ekledi.
O sırada Takasçı ve Küheylan çınar ağacının altından halkın devrimini seyrediyordu. Takasçı: “Buradaki görevimiz de bitti Küheylan. Aferin bize. Yıllarca köle olsalar da, düşlerini diri tutanlara aferin.” dedi. Küheylan bu sözlerin ardından şaha kalktı ve çınarın etrafında üç tur attı.
Kralın emriyle birlikte yola koyulan askerler Takasçı ve Küheylanı buldular. Küheylanı yakalayıp çınar ağacına bağladılar. Takasçı’nın da ellerini halatla bağlayıp kralın sarayına doğru geri döndüler. İki asker Küheylan’ın yanında kaldı. Kralın huzuruna elleri kelepçeli bir şekilde geldi Takasçı. Kral ona bu yaptığının ne olduğunun farkında olup olmadığını sordu. Takasçı cevap vermedi. Sadece gözlerine baktı kralın. Gözleri korkunçtu, gözleri kan kırmızısıydı. Yine de bakışlarını başka tarafa çevirmedi Takasçı. Kral ‘‘her şey bitti” dedi. “Bende bittim, krallığım da bitti, atın da bitti, sende bittin...” Alın götürün şu adamı karşımdan sallandırın darağacında diye emretti askerlerine. Askerler tekrar Takasçı’nın koluna girdiler. Tam kapıya doğru yönleneceklerken Takasçı: “Size bir hediye vermek isterim”dedi.
Takasçı’nın bu sözünün ardından kral sert bir tavırla: “Bu ne pişkinlik? Son isteğin mi bu? Son isteğin bana bir hediye vermek mi?” diye sordu. “Kabul ederseniz, hediye vermek isterim.”diye yanıtladı Takasçı. Krallıkta bugüne kadar kim idam edilmişse son isteği yerine getirilmişti. “Peki” dedi kral. “Neymiş bakalım hediyen?”
Takasçı koluna giren askerden ceketinin sol cebinde olanı çıkartıp vermesini söyledi. Asker Takasçı’nın cebine elini daldırdı ve içinden hediyeyi çıkartıp krala uzattı. Askerin elinde tuttuğu şey matruşka bebekten başka bir şey değildi. Kral hayatında ilk defa matruşka bebek görüyordu. Dikkatlice hediyeyi aldı, inceledi. Üzerinde çizili desenlere baktı. Farklı bir yüz vardı desenlerde. Bir baba figürü resmedilmişti. Bebeği salladı ve içinde başka bir şey daha olduğunu fark etti. Ortasından tutup iki eliyle çevirip açtı. İçinden yine aynı şekilde bir bebek daha çıktı. Çıkan bebeğin desenlerinde anne figürü resmedilmişti. Onu da salladı. İçinde bir şey daha olduğunu fark etti. Tekrar ortasından iki eliyle tutup çevirip açtı. Bu sefer bir çocuk figürü çıktı ortaya. Tekrar salladı açtı. En sonunda ufacık bir bebek figürü çıktı. Kral onu da salladı fakat bu son bebekti. Derin düşüncelere daldı kral. Önce babası geldi aklına, sonra annesi, sonrasında kral olabilmek uğruna öldürttüğü kardeşi. Halkı düşündü sonra... Ağlamaya başladı. Askerler olup bitene bir anlam verememişti. Takasçı ise her şeyin farkındaydı. Askerlerden daha rütbelisi diğer askerlere bakarak bağırdı: “Asalım artık şu adamı. Krallığa girdiğinden beri başımıza gelmedik bela kalmadı.” dedi.
Yaka paça odadan çıkarmaya çalıştılar Takasçıyı. Kral ağlamaklı ses tonuyla: “durun”dedi. “Bırakın gitsin nereye gidecekse. Bırakın versin kime ne verecekse. Artık tacımda batsın yerin dibine, krallığımda” diye bağırdı.
Askerler bu duruma çok şaşırdılar ama kralın her sözü onlar için bir emirdi. Takasçı’nın kelepçesini çözdüler. Takasçı hiçbir şey söylemeden saraydan çıktı. Çıktığında hava aydınlanmak üzereydi. Dışarıda halk hala uyanış marşını söylüyordu. Doğruca çınar ağacının altına vardı. Küheylan ortalıkta yoktu. Sadece tezgahı ve heybeyi gördü. Tezgahın üzerinden birkaç parça eşya aldı ceplerine doldurdu. Heybeyi omzuna kaldırdı ve krallığın kuzey kapısına doğru yürümeye başladı.
Artık yalnızdı ve halka yalnız olmadıklarını göstermeyi başarmıştı.Yüreğinde yeni bir düğüm oluşurken farklı bir düğümü de çözmüştü Takasçı. Bu yola çıkarken her şeyi göze almıştı aslında... Fakat yine de yeteri kadar hazır olamadığını, içinde yaşadığı acıdan dolayı anladı. Krallığın kuzey kapısından çıktı. İleride orman yolu onu beklemekteydi. Sanki o yol Takasçı’nın içinde gezinmekteydi. Nereye varacağını bilmeden orman yoluna girdi. Göknarlara, kuşlara bakıp Küheylan’ı gördüğü ilk gün yazdığı şiirini okuyarak gözden kayboldu...
senin içinde deli rüzgar eser
ben rüzgarda savrulurum
saçlarında saklanır periler
saçlarında kaybolurum
ayaklarında erir deniz
adımlarında boğulurum
bu yüzden bakma bana sebepsiz
içimde ezilir çocukluğum