Takasçı askerlere şükranlarını ifade ederek Küheylan'la birlikte yürümeye başladı. Krallığın kapısından içeri girdiler. Bir arı kovanının içindelerdi sanki. Herkes olanca gücüyle çalışıyor; sarayı dünya üzerindeki en heybetli saray yapabilmek için çabalıyordu. İçinden: “yazık” dedi Takasçı.

 

Öğle vakti olduğundan gölgelik bulmak için gezindiler. Bu sayede krallık ve halk hakkında daha çok gözlem yapıp bilgi sahibi olabildiler. Sonunda bir çınar ağacının altında durdular. Takasçı tezgahın bağını çözdü ve tezgahın üzerini bezle kapadı. Küheylan’ın sırtındaki heybeyi de tezgahın yanına koydu. Küheylan rahatladığını hissetti. Takasçının geldiğini gören halk meraklarından sabırsızca öğle paydosunu bekliyordu. Öğle paydosu olunca hemen tezgahın başına toplandılar. İçlerinden biri: “Neyin var yabancı? Kaldır şu bezi de görelim tezgahını.” dedi.

 

Takasçı yavaş hareketlerle tezgahın üzerine çıktı. Öncelikle Takasçı olduğunu, akşamüstü tezgahını açacağını, uzun bir yolculuk yaptıklarından dolayı yorgun olduklarını söyledi. Kalabalığın arkalarından yüksek bir ses: “Neyin var peki tezgahında? Bari bunu söyle de boşuna tekrar toplama insanları buraya.” diye bağırdı. Takasçı bu sözü kimin söylediğini fark edemedi ve buna pek de şaşırmadı. Çünkü belli ki kendisinin fark edilmemesini isteyen birisiydi. Sesi yüksek de çıksa kendisi ürkekti. Takasçı yüksek bir sesle; ‘‘Peki. Öncelikle sana şunu söylemeliyim. Konuşmak cesarettir fakat duvarlarının ardından değil. Yapay bir şekilde solumaktır senin yaptığın. Öncelikle içindeki duvarları yık. Sonrasında önde olacaksın zaten. Tezgahımdakilere gelince açıkça söylemeliyim ki çoğunuzun işine yaramayacak şeyler. Ne yiyecek var ne de giyecek. Bunu bilip yine de gelecek olan varsa akşamüstü bekliyorum tezgahıma.’’ dedi

 

Takasçının bu sözlerinin ardından insanlar tezgahından ayrıldılar. Sadece içlerinden birkaçı akşamüstü için sabırsızlandı. Takasçı zaten akşam tezgaha dönecek insanları, henüz konuşmasını yaparken anlamıştı.

 

Takasçı ve Küheylan öğleden sonra karınlarını doyurup dinlendiler. Akşamüstüne doğru Takasçı, Küheylanı kaşağıladı. Nallarını onardı. Çalışanların paydosuna yakın bir süre kala da tezgahın üzerindeki eşyaların tozunu aldı.

 

Tezgahını müşterileri için hazır eden Takasçı zihninin ve bedeninin dinginliğiyle beklemeye başlamıştı. Önce sabırsız genç bir delikanlının tezgahına doğru hızlı adımlarla geldiğini fark etti. Genç, tezgaha yaklaştıkça bakışlarındaki derinlik daha da netleşti. Takasçı onun her gece aya şiirler okuduğunu anladı. Genç her gece ayı görebileceği en güzel yere çıkar ayla söyleşir ve aya her gün farklı bir şiir okurdu. Fakat bunu kimse bilmezdi. Gencin yüreğinin, bakışlarında bıraktığı izlerden Takasçı bu durumu fark etmişti. Genç sabırsızca tezgaha yanaştı: “Merhaba satıcı. Tezgahında neler var?” dedi. Genç tezgaha yanaştığında, Takasçı önce gencin alnına baktı. Sonra gözlerinin içine… Gözlerinde üç tane benek olduğunu fark etti. “Hoş geldin genç.” dedi. “Senin yüreğini biliyorum. Yüreğindeki yolları zamanında bende yürüdüm. Sana verebileceğim çok şey olsa da vermek istemem. Çünkü bu yolları senin de yürümen gerekir. Yoksa patikalarda çürür ayakların, dağlar nefesini tüketir. Sana verebileceğim üç şey var. Bunlardan biri şu kırlangıç tüyüdür.” deyip tezgahtaki balonların altından kırlangıç tüyünü alıp gence uzattı. Elini ceketinin iç cebine götürdü sonra, cebinden kağıt parçası çıkararak: “diğeri bu boş kağıt parçası ve son olarak da şu önünde duran mürekkeptir. Bu üçünü birleştir. Gözlerindeki benekler kadar yakın olsunlar birbirlerine. Yoksa gün gelecek tutunamayacaksın yüreğine.” dedi.

 

Genç, Takasçı’nın sözlerini dinledi, sözlerine şaşırmıştı. Sonrasında verdiklerini inceledi. Aldıkları karşısında çok sevinmişti. Takasçıya dönüp: “Teşekkür ederim, peki bunların karşılığında ne istersin?” dedi. Takasçı, gence: “Öncelikle kendi yüreğini korumanı isterim. Ama şu her gece aya okuduğun şiirlerden bir tanesini de bana okursan sevinirim.” dedi. Genç bir anda şaşırdı. Bu adam benim sırrımı nereden bilebilir diye düşünmekten kendini alıkoyamadı. Şaşkınlığını gizlemeye çalışarak Takaşçı’ya şiir okudu ve hemen oradan uzaklaştı.

 

Gencin ardından tezgaha doğru yaklaşan hafif kambur elleri nasırlı orta yaşlı bir adam belirdi. Adamın üst dudağı yarıktı. Sözleri peltek, ne dediği pek de anlaşılmayan biriydi. Takasçıya yaklaşıp bir şeyler söyledi. Takasçı önce bu adamın ellerine baktı. Parmakları ince ve uzundu. Önceleri müzikle uğraştığını anladı Takasçı. Belki başka bir krallıkta kim bilebilir? Takasçı bakışlarını adamın yüzüne çevirip: “Hoş geldin. Kalbindeki ritmi çözdüm. O ritim ki okyanusların dalgası. Yaylaların serin rüzgarı. Ben bu rüzgarlarla büyüdüm. Oysa sen bu rüzgarlara sırt dönüp tükenmektesin. Yazık! Kalbindeki esir tutulan ritim seni daha fazla tüketmeden, sana tezgahımdan bir şeyler vermek isterim.” dedi. Tezgaha uzandı elleri ve tezgahtan eski bir keman çıkardı. Küheylan diye seslendi. Küheylan her şeyin farkındaydı. Daha orta yaşlı bu adam gelmeden kuyruğunu oynatmayı bırakmıştı. Takasçı, Küheylan’ın kuyruğuna uzanarak arşe yapmak için kuyruğundan bir miktar kıl kopardı. Bir süre sonra orta yaşlı adama dönerek: “Bunları al ve kalbinin pencerelerini aç. Aç ki bu ritmi başkaları da duyabilsin.” dedi. Adam kemanı inceledi. Arşeyi kemanın yaylarına değdirdi. Çıkan sesle birlikte kalbinde bir pencerenin aralandığını hissetti. Takasçı’ya dönüp teşekkürlerini ifade etmek için başını hafif öne eğip kaldırdı.

 

Takasçı verdikleri karşısında bir şarkı dinlemek istediğini söyledi. Adam uzun yıllardır eline keman almamıştı. Çalamamaktan korkuyordu. Fakat cesaretini topladı ve gençliğinde en sevdiği şarkıyı çaldı.

 

Orta yaşlı adamın ardından genç bir kızın tezgaha doğru geldiği görüldü. Kızın yürüyüşünden yüreğindeki ağırlığı fark etti Takasçı. Geleceğe dair yedi tane hayali vardı kızın. Bu hayallerine yaşamında karşılık bulamamaktan müzdaripti. Tezgahtaki eşyaları inceleyip: “Merhaba. Ne kadar ilginç şeyler bunlar” dedi. “Merhaba” dedi Takasçı. “Sana uygun bir şeyler bulabilir miyiz dersin?” Genç kız bu soruyu bilmem diyerek yanıtladı ve devam etti sözüne: “Ama şu pembe gözlükler çok sevimliymiş.” dedi. Takasçı genç kıza bakıp: “Bazen olamadıklarımız olgunlaştırır bizi. Bu pes etmek demek değildir. Yaşamımızın kaybettiğimiz anlamını yeniden oluşturmak demektir. Sana şurada duran balonlardan vermek isterim. Şuradaki renkli balonlardan.” dedi. Takasçı balonlardan yedi tane alıp genç kıza yüreğindeki ağırlığı bu balonlara üflemesini söyledi. Genç kız Takasçı’ya dönüp teşekkür etti. Balonların renklerini çok sevmişti. Çantasından bir kaşağı çıkartıp: “Kabul ederseniz karşılığında atınız için bunu verebilirim.” dedi. Takasçı ‘‘ne güzel olur’’ diyerek kaşağıyı tezgahın kenarına koydu.

 

Genç kızın ardından yaşlı bir kadının tezgaha doğru geldiği görüldü. Kadının bastığı toprak nemleniyor. Sanki içine akıttığı gözyaşı ayaklarından toprağa süzülüyordu. Kadının acılı bir anne olduğunu anladı Takasçı. Onu üzen şeyin çocuğunu kaybetmek olduğunu sezdi. Kadın tezgaha yaklaşıp: “Krallığımıza hoşgeldiniz.” dedi. Takasçı için hayatında en zor anlardan birisiydi. Gün boyu bu karşılaşmadan çekinmişti. Çünkü kadına verebileceği hiçbir şeyi yoktu. Kadının çocuğuna verdiği sevgiden, çocuğuna duyduğu özlemden daha büyük ne verebilirdi ki zaten? Takasçı’nın dili tutuldu. Yüreği düğümlendi. Güç bela ‘‘hoş bulduk’’ diyebildi. “Gördüm ki her gelen sevinçle ayrılıyor tezgahınızdan. Bu ne güzel bir şey. "Ne mutlu size.” dedi kadın. Takasçı: “Sevinçle ayrıldıklarını umuyorum bende. Gelenlere uygun bir şeyler bulmaya çalışıyorum tezgahımda. Bu güne kadar kimseyi de eli boş göndermedim. Gönderemem de zaten. Fakat… Fakat size sunabileceğim bir şeyim yok.Affedin. İstediğinizi alabilirsiniz tezgahtan.” dedi. Kadın tezgahtakileri inceledi. Takasçıya dönüp: “Teşekkür ederim. Ben bir şey almayayım. Hem merak etmiştim sadece. Çok geç olmadan evime döneyim. İyi akşamlar dilerim.” dedi.

 

Takasçı sadece başını öne eğip iyi akşamlar diyebildi. Kadın arkasını dönüp birkaç adım attıktan sonra Takasçı, kadına seslenerek: “Yağmurun değerini bilir misiniz?” dedi. Yaşlı kadın başını Takasçı’ya doğru çevirip yüzünde ufak bir tebessümle iki kez başını salladı. Bu tebessümün ardından Takasçı’nın yüreğindeki düğüm biraz olsun çözülmüştü. Hava kararmaktaydı. Küheylan ayakları üzerine çöktü. Artık başka kimsenin gelmeyeceğini ikisi de biliyordu. Gece dinlenip krallıkta kalacaklar. Sabah ise erkenden ayrılacaklardı krallıktan.