Bugün ölüm hakkında bir düşünce denizinin içinde boğulurken buldum kendimi.
Anne karnından çıktığımız ilk anda ciğerlerimizi dolduran hava bir gün bir daha doldurmamak üzere terk edecek o ciğerleri.
Bu düşünce üzerine nefes tutma denemesi yaptım nedensizce. Elli iki saniye. Elli iki. Sadece elli iki saniye nefessiz kalabildim. O elli iki saniye bana yüzyıllar gibi gelen bir sürede geçti sanki.
İlk on beş saniye her şey normaldi. Sonrasında gitgide kötüleşti süreç. Önce ciğerlerim boş bir çabayla nefes alıp vermeye zorladı beni göğüs kafesimin içinde dövünerek. Bu durumu takiben kalbim eşlik etti ona. Daha hızlı atmaya başladı bütün vücuduma hayatı yetiştirebilmek için. Uyuştum, tamamıyla uyuştum bir ara. Düşünemedim bile. O an o kadar huzurluydu ki bir anlık bir süreçti lakin kendimi saf dışı kalmış gibi hissettim. Hayat beni saf dışı bırakmış gibi. Hayatımda ilk defa saf dışı kaldığımı hissetmek beni rahatsız etmedi. Neden bilmiyorum ama rahatladım. Bütün endişelerim, korkularım, kaygılarım, mutsuzluklarım yakamdan düşmüştü çünkü.
Ölümü anladım o an galiba. Evet, çok korkutucu bir süreç. Bir son. Yeni bir başlangıç ya da inanç farklılığına göre değişen durumlar söz konusu sonunda, bunu biliyorum. Lakin anladım. Hissettim. O rahatlığı, o huzuru, o an üzerimden kalkan ağırlıkların altında nasıl da kaldığımı hissettim. Kalakaldığımı olduğum yerde. Özgürleştiğimi hissettim. Kendimden, kendi zincirlerimden.
Fakat saniyeler geçtikçe korku sarmaya başladı zihnimi bir bulut gibi. Önce özgürleştiren nefessizlik olgusu sonrasındaysa beni tekrar zincirledi bu bedene. Nefes aldım. Hayatla doldurdum ciğerlerimi, beni zehirlediğini bile bile… Bir gün o nefesin beni terk edeceğini bile bile tekrar ve tekrar doldurdum içimi onunla.
Elli iki saniyeye ne de çok şey sığıyormuş meğer. Ben bir ölümü, bir hayatı, bir ruhu sığdırdım kendimi sığdırdım o saniyelere. Zamanın benden çaldıklarına karşın bir nefes çektim ciğerlerime dolu dolu. Devam ettim yaşamaya iple çekerek o sonu.
Eğer ölüm buysa, varoluştan bir yok oluşa evirilmekse eğer, hiç yaşamamışsın gibi kapayacaksan gözlerini endişesizce, hayat denizinde boğulurken ölümün gökyüzünde tertemiz bir nefessizlikle devam edebileceksen yolculuğuna, o kadar da korkulacak bir olgu olmamalı fikrimce.
Enes KARAGÖZ
2022-02-25T01:12:12+03:00Bu belirsizlik, bu kaotik düzen, dozunda tutulmaya çalışılan bir hayat var elimizde. Ve en garibi kimi zaman bahsedilen her şey birbirine karışıyor, saydamlığını yitiriyor. Ve ölüm, bir ipdeki düğümün en karmaşık yerinden kopmasından ibaret gibi duruyor. Hepsi ama hepsi bir ilaca duyulan hasret gibi üzerine yaşanılası şeyler olsa gerek.
HGC
2022-02-25T00:12:20+03:00Bir zehir, bir ödül, bir ilaç... Fazlası zehir, doğumunsa ödülü, hayatınsa ilacı nefes dediğimiz şey. Nereden baktığınla ve ne kadar aldığınla alakalı aslında. Her şey dozunda güzel Enes. :)
HGC
2022-02-25T00:08:51+03:00Her harfine katılıyorum Mısra.
Mısra Ergök
2022-02-24T23:58:31+03:00Kesinlikle bilinmezliğin içinde yaşıyoruz. Yaşamın rengi gri. Belirsizlik en temel şey bizim için. Yanılgı, uyum sağlayamama, ölümün kendisi. Yaşam da ölüm de bir bu yüzden…
Enes KARAGÖZ
2022-02-24T23:32:16+03:00Son nefesin beraberinde gelen sessizlik ve rahatlama halinin bazen bu kadar cazip olması kadar zehirleyici değil miydi nefes alıp vermek?
HGC
2022-02-24T23:19:16+03:00Zaten bir bilinmezliğin içinde yaşamıyor muyuz Mısra? Hayata dair her şeyi biliyor olsaydık yaşamak bu kadar çekici mi gelirdi yoksa ezbere bildiğin bir romanın içinde bir sonraki repliği tak diye söylediğin sıkıcı bir oyuna mı dönüşürdü? 😇
Mısra Ergök
2022-02-24T23:12:42+03:00İnsan ölümün bilinmezliğinden korkuyor. Hissizlikten. Yok olmaktan… Bazen çekici geliyor yok olmak, hiç olmak…