‘’Kararsız yolların hakimiyeti bana aittir!‘’ der gibi baktı gözlerime. O gece.. 

O gece kimsesizliğimizi bir kenarda bıraktık. Olabildiğine anlamsız bir tesadüfün sarhoş edeceği tuttu. Sanki ilk kez bir insana rastlamış gibi olduk, yalansız. 

 Yalansız, delireceğimiz tuttu. 

10 yıldır, belki de çok daha fazlasında şu hayatın, yan yana yürümüş gibi hissettik. Usulsüzdü. Yaralarını apaçık gösteren, gizlenmeye ihtiyacı olmayan bir giz. 

Hangi yönlerimizi anlatacaktık birbirimize şimdi, kim bilir. Hani anlattığımız onca şey,

‘ara ara’ ortaya çıkan iyi niyetli, safkan olan parçalarımız. Ehlileştirmeye müsaitmişiz gibi, nelerin hayalini kurduğumuzu hatırlamaya fırsatımız kalmadan, 

olmakta, o anda kalmakta ısrarcı olduğumuz hangi tavrımızı serecektik gözler önüne. 

Kim bilir işte.

Kıyısında oturduğumuz o sıcacık Akdeniz’in en tehlikesiz, en halka açık, en bize uygun kıyılarında boğulduk oysa, işin özü budur. 

Kaygılanmaya gerek yok! Çünkü bu bir ilk değildi.

İlk kez yanaşmadık aşk denen bu tuhaf bahçenin kapısına. İlk denememiz değildi uzun sohbetleri. Ne aradığımızı bilmeden çıktığımız ilk yol değildi. 

Kaybolduğumuz yollar gibiydi daha çok. Çok benziyordu ötekilere. 

Zamanlı ya da zamansız olanlara,

Yarı yolda kaldık! deyip aslında hikayenin sonunun orası olduğunu fark etmediklerimize,

İyilerini kötülerine değiştiklerimize,

Yönsüz, yersiz olanlara, 

Şaşırtanlara,

Varlığı ile gülümsetmeyi başaramayan, insanı suçtan suça itenlere,

Kendi kararsızlığı ile bizi derin sularda boğanlara,

Yaralılara, 

Aynı evde bir türlü kalmayı beceremeyen, sürtük bir sokak kedisi gibi dönüp dolaşıp geri gelenlere,

Hastalıklı olanlara,

Hasta ruhuyla insanın başını sürekli döndürenlere,

Yarım kalanlara...

Evet en çok yarım kalanlara benziyordu. 

İki yarımın bir tam edemediği dünya işte! Yoruldum toplanınca bir etmemekten ve hayatı hızlı adımlarla yürümekten. 

Ait olamamak, olmanın tüm yollarına sırt çevirmekten. 

Petrovice’nin dediği gibi ''Hiçbir zaman yeterince doğru olamıyorum’’ aşk için.