Haksız yere kazandığım savaşları bir bir gömüyorum tarihe. Söz sana, içimdeki canavarı çıkarmayacağım. Kendimi soluksuz kalırcasına arıyorum. Utanıyorum senin adına ve nefret ediyorum kendime.

Ne kadar yaşarım bilmem ve nereye gider bu palavra cemiyeti?

İzansız sualler, yüzsüz suratlar çepeçevre sarmış bedenimi, hangi kimyasal temizler ki bu kirli çehreyi?

Bilmiyorum ve bilmek istediğime emin değilim. Arkamda duran kara gölge sırtımdan çekercesine, boğazımı sıkarcasına beni ölüme götürmek istemekte.

Alt edebilir miyim? Ya da onunla yaşamayı öğrenmeli miyim?

Ağız payındaki ortak karar seninkiyle aynı noktada buluşuyor. İkimiz de ağzımızın payını aldık sanırım. Ancak bir farkla, herhangi rakamla çarpıldığında paydamız eşitlenmeyecek, biliyorum bunu. Akşam olmasını beklerken günün şafağında, rutubetli odamın kapısını kimse açmıyor. Yanlışlık var bu histe ve tasarım hatasından mıdır bilinmez, genetik bozukluk iliklerimize kadar işlemiş. Seversin, tam olmaz. Düşünürsün, oluşmaz. Var ile yok arasında, sen ile ben kargaşasında sürüp giden bir yoldayım.