Bir idam mahkûmusun, tuvalet izni verilmeyen,

yalandan son isteği sorulan, soğuk kokulu zindanda.

Ellerimiz rabt olununca aklımız da rabt olundu sanmışlar,

gözlerinden dökülen bin vâveylâ!


Ey Vâveylâ, sessiz vâveylâ!

Lâl eyledin bizi yedi cihâna!


Savaş çanları çaldı sokakta, barış bombaları patladı ardı sıra.

Sen, Vâveylâ; siyah bir güvercin, bir topal martı, bir mânâsız ahraz.


Ah, Vâveylâ; hilâl olduk, unuttuk adımızı!


Dağıldı evlerine bisiklet süren çocuklar,

göğe bakalım Vâveylâ, bizi çağıran, unutan yaradana, süren kanlı toprağa…


Vâveylâ, hiç kimse,

bilmezdi yalnızlığı hiç kimse!

Yalnız;

bir ilkokul sırasından, bir üst geçitten,

metropolün ortasında bir çam ağacından, bir deniz fenerinden,

terk edilmiş bir adadan, metro çıkışlarında dilenen bir göçmen anneden,

bizden, senden öte, iblisten, Tanrı’dan öte hiç kimse…


Ey Vâveylâ, ahraz vâveylâ!


Ne tıkanırsın gırtlağımda,

buhran çanları çalarken sokakta,

güvercinler bürünmüşken siyaha?


Sen, leylen vâveylâ, patla dudaklarımdan!