Şimdi zırhımı çıkarıp denize atıyorum,

üzgünüm- mavileri kirletiyorum ama bir şey var bildiğim,

zaten renkler bize ait değiller biz her ne kadar kendimizi onlara ait hissetsek de,

ölümcül bir tutku var hepimizin içinde;

kimilerinde yaşama, kimilerinde ölüme,

bazen üzerinde uyunan ufak bir kilime

ya da duvarlara asılamayacak türden birtakım tablolara,

ah bildiğim kelimelerin hepsini de toplasam aklımdaki şeyleri açıklamaya yetmez

ve bir darağacında beklerken boyun kırılmasından gelecek bir ölümü,

sevdiğim yemeği son kez yemek istemiyorum:

"Biliyorsun ki sonu olan her şey kendi içinde bir trajediye sahiptir,"

ama sen bu öğretiyi de unut,

çünkü bir şeyler bilmek kendi cahilliğini doğurur.


Kuşaktan kuşağa geçen bir dürtüdür yalnızlık- sen bunlara aldanma

ve sağ elimle saçından bir tutam almama izin ver.


Şimdi bu depremler, sonra o vagonlar ve tren rayları,

ondan önce kendi salgınını yaratmış bir hastalık

ve ondan sonra da bu dünyaya yeni gelmiş ufak bir varlık,

en az onun kadar habersiz olmak isterdim her şeyden

ve şu aydınlığın tadına iyice varmak,

müziği duyduğumda uzuvlarımın bir anda hareket etmesini

ve kulaklarımın kesileceğini bilmemek,

rastlantılar ya da başka türlü yalanlar sonrasında kimseye dahil olmamak

ve kendime dahil etmemek,

aptallık etmemek ve sıfırdan sevmek bir insanı

ya da bir hayvanı ya da bir masayı ya da sigarayı ya da gitarı ya da falanı ya da filanı

ve canını yakmamak için usulca okşamak uyuyanı.


Ve şimdi güzelim düşün ki burası birbirimizi bulacağımız o yerdir.