çimenlere oturdu:
kollarında bir ağırlık—
durgun, titrek.
rüzgâr sustuğu sıra
onu gördü:
zamanın dokunmadığı,
beyaz figürü.
ufukta beliren silüeti,
cevapsız bir soru denli;
sinsice bekleyen hüküm,
içine pusmuş bir iz.
elinde mızrağı—
alçak,
af dilerce,
gevşek.
adımları hafif,
lâkin varlığı—
bir kaya ağırlığı.
önce içi ürperdi:
"…gökler bana
kehaneti fısıldadı."
figüre baktı:
bir kadın kadar kırılgan,
bir erkek kadar kaçınılmaz;
gözlerinde yıldızsız,
bir parıltı
karanlık.
sonra göğsü sıkıştı:
“Ecel” dedi,
boğazında yankılanan,
boşluğun sesi çınlayarak..
figür yaklaştı,
figür sessizdi,
figür soğuktu;
tıpkı gecenin
ağır bir yorgan olup
çöktüğü an—
bir sessizlik başlayan,
bir hayâl eriyen.
ve artık,
hiçbir şey kalmayan—
arasında.
yanındaydı gölgesi şimdi,
kaçınılmaz bir hüküm—
sinmişti toprağa
ve varlığına.
bir mırıltı döküldü:
“…canımı
almaya geldin.”
ancak figürün
sessiz parmağının
işaret ettiği—
kollarıydı.
kucağında taşıdığı,
ışık kadar narin,
gölge kadar mahkum.
fısıltı kadar yakın,
handesi ödünç,
ve kendine mahsus—
bebeği.
o an anladı:
her yaşam—
ölümün içinde
barınırdı.