Benim dedem çok sağlıklı bir adamdı. Yürüyüşlerini aksatmaz, sabah sigarasından önce muhakkak kahvaltısını eder, geceleri çok geç yememeye özen gösterirdi. Çalışmayı çok severdi, gezmeyi, yürümeyi... Eskişehir'i turlardı her gün. Kendince bir rotası vardı. Çarşı, Deliklitaş, Kurtuluş... Bu rota üzerinde birçok insanı vardı, hayvanı, seveni... Bir köpek vardı, adı Zeytin. Sahi, nerede acaba, ne oldu Zeytin'e? Ben çocuk aklımla çok hayrandım dedeme. Ütülü pantolonuna, ölümünden sonra bana kalacak olan deri kemerine, benimle paylaşmayı çok sevdiği "vintage" ceketlerine. Hayatımın her yerine dokunmuştur dedeciğimin eli. Bu sebepten midir bilmem hala hiç çıkmaz aklımdan tırnakları, parmak uçları, elleri...

Ben büyüdüm, üniversiteyi kazandım. Dedemse o yıl kanserli hasta sıfatını... 4 yıl boyunca üniversiteye gittik geldik. Ben Eğitim Fakültesi'ne, dedemse Onkoloji bölümüne. Hiç söylemedik ona kanser olduğunu. Çok seviyordu hayatı, yaşamayı. Korkuyordu ölümden hepimizin korktuğu kadar. Söylemedik biz de işte. Ona bir hastalık adı söyledik, bir de hastaneye gidince kimseyle konuşmamasını tembihledik. Bizim sırrımızı kendi sessizliğiyle sakladı. 

Ben öğretmen olacaktım, dedemse iyileşecekti. "Burada yeni bir hayat başlar." yazıyordu üniversitenin giriş kapısında. Yeni hayatlarımız için o kapıdan giren yüzlerce insan gibi çalışıyor, emek veriyorduk her gün. Onkolojideki kanserli çocukları görünce çok üzülmüştü dedem. Ben de hevesliydim, enerjim vardı, ümidim vardı. Birkaç arkadaşım ile beraber haftanın birkaç günü onkolojiye gidip çocuklarla vakit geçirdik, oyunlar oynadık. Dedem içeride kemoterapi alırken ben dışarıda onu bekliyor, bazen çocuklarla vakit geçiriyordum. Okul yemekhanesinde sütlü tatlı çıkarsa dedeme götürüyordum. Ben hep dışarıdaydım. Gülen çocukların sesleri, komodinin üzerinde bekleyen sütlü tatlı bunun teminatıydı onun için.

Ben mezun oluyorum, kredim kesildiği gibi bir işe giriyorum. Hemen anlatıyorum dedeme. Burası bir kafe çay yapıyorum, kahve yapıyorum... Dedem biliyor bu işleri, çaycılık da yapmış vaktinde. Hastalığı gün geçtikçe artıyor. Bir çiçeğin soluşu gibi her gün bir yaprak kuruyor, bir çiçek dökülüyor. Bir gün soruyor bana ne olacak böyle, diye. Ne ne olacak, diyorum. Ben diyor, ben ne olacağım? Ümidini kaybettiğini, artık sessizliğiyle saklayacak sırlardan sıkıldığını hissediyorum. Ne olacağı mı var diyebiliyorum sesim titreyerek. Hiçbir yalana eşlik edemeyecek kadar yorulmuş sesim titriyor. Ne olacağını ben de bilmiyorum. Yorgun seslerimiz titriyor karanlıkta.

Artık gözleri farklı görüyor. Bana bakıyor başka birinin ismini söylüyor. Bekliyorum yine de yanında. Yatağının ucuna oturup ellerini tutuyorum. Gözyaşlarımı silmek için kalkıyorum yanında bir tek. Belli belirsiz bir ses çıkarıyor, uyumadım diyor. Anlamadım, diyorum. Uyumadım gitme, diyor. Tamam diyorum, sen uyuyana kadar bırakmayacağım ellerini.

Bir gün dedemin nefesi kesiliyor ve bir kağıt kalem istiyor eliyle. Aceleyle bir peçete bir tükenmez kalem bulup getiriyoruz. "HA" yazabiliyor bir tek. Hastane mi, hakkınızı helal edin mi, son günlerinde adını sayıkladığı büyük kızının adı Hafize mi? Ne yazıyor, ne diyor, ne hissediyor? Artık titreyen seslerimiz çığlık oluyor, öfke oluyor. Ambulans alıp götürüyor dedemi üniversiteye, tıp fakültesine.

Ben iş teklifi alıyorum. Öğretmen olacağım. Bir sınıfım olacak, öğrencilerim olacak. Kocaman bahçeli o okulda onları çok seveceğim, saracağım. Birlikte girdiğimiz üniversiteden ben tek başıma çıkıyorum Dedem mezun olamıyor .

Günler geçiyor, dedem üniversitede kalmaya devam ediyor. Çalıştığım okul üniversitenin ilerisinde. Her sabah geçiyorum önünden o binanın. Dedem içeride ben yine dışarıda. 

İş çıkışı soluğu hastanede alıyorum. "HA" notuna karşılık bir not yazıyorum ona. Sanki o okuyacakmış gibi a'ları onun yazdığı gibi yazıyorum. "Kağıda yazdıklarını anladık. Seni çok seviyoruz. Dışarıda senin için bekleyen birisi hep var. Yalnız hissetme." -Çocukların, torunların, damatların ve gelinin." Beni içeri almıyorlar, dedemi ekrandan gösteriyorlar. Bir hemşireden yardım istiyorum, ellerini tut bu notu oku ne olur, dışarıda olduğumuzu bilsin diyorum. Hemşire ellerini tutuyor, notu okuyor. Birkaç saat sonra kalbi duruyor dedemin. Hemşireye soruyorum duydu mu tepki verdi mi notuma? Duydu bence diyor, hiç titremiyor sesi yalan söylerken. Tamam diyorum o uyuyana kadar bırakmadım elini.