Baharı yüzümde duyduğum o büyük evde verandaya oturdum, iki dağın arasında bir rüzgara derdimi döker gibi, aydınlık havanın gündelik kaygılarımı duvar diplerine saklayarak beni güldürmeye çalıştığını fark etmez gibi ve saklı olan her şeyi aşikar kılan, kulaklarımda uğuldayan o ses gibi diz çöktüm içimdeki özleme. Ama avuçlarımı açmadım. Gözlerimi yumup yanımda durduğunu, belli bir tarihten sonra yaşananların sanrı olduğunu hayal ettim. Bir, iki, üç. İstesem sesini duyardım ama aramadım, istesem açıp fotoğrafına bakardım ama yapmadım. Gözlerimi yumup hayalimi kurdum. -hayalini kurdum- Sen eskiden sağ omzumda saçların, dudağımda dudakların; sen eskiden ellerimi tutan ellerin, yüzümde kısa vardiya gözlerin. Sen eskiden neysen, oralardan hafif hafif palazlandı yangın yerlerim. Ben korkmadım ama sen uyuyama istedim. -çünkü ben hiç uyuyamıyorum, sen de uyuma istedim-


Sen bana tövbe ettin, ben de sana tövbe ettim diye kabul mu buyurmuş yaradan sanki? Ben yerlerle hemhal olmuş gururumu kaldırdım, dizini sarıp saçlarını okşadım, cebine yirmi lira tütün parası sıkıştırdım diye en azından senin kadar vazgeçmiş miyimdir? Biliyordun ki ben herkesi insan olduğu için, -ama seni?- seni, yaratılanı yaratandan ötürü değil, öyle değil. Seni kendi elimle yalnız, kendi dudaklarımla, kendi gözlerimle, kendi “bugün çok yoruldun sen, uyu hemen” dememle, kendi üstünü örtmemle. Ben seni sadece kendin olduğun için.


Tanıştın mı o sızıyla, bir gece ağrırsın. -sonra onlarca seher vakti daha ağrırsın ama dinince hep ilk geceyi hatırlarsın- Bir sabah gelir, göğsünü daraltan bir ezan sesiyle uyanırsın, dersin ki “Ya bir sabah bu ezanı duymayacağım ya da bir sabah ezanla uyanıp bu sızıyı duymuyor olacağım.” Şimdi söylüyorum ki ben ya 'iyi olmak tam olarak nedir' unuttum ya da ben hep böyle çabuk unutan bir insandım. Ya sen, ben yanayım diye yaktığın ateşin dumanından görünmez oldun ya da ben dumandan kör.

İstesem yanında olurdum. Çok sığ, çok doyumsuz ve çok çocukça bir şekilde istiyordun sen de, ben de isteseydim yanında olurdum. Ne yalan söyleyeyim çok da istedim esasında ama sen istediğimi bilmekle sana verilmiş bir nimet değil de ‘ne olur ne olmaz yanında bulunsun'muşum gibi davrandın ya, duruldum.

Unutmak, uyumak ve uyuşmak. Bana verdiğin şu deftere iki satır yazmak. Defter çöpte. Bana verdiğin o vesikalıklara bakmak. Yırttım. Şimdi bir trene binip utançtan titreyerek kapına mı geleceğim? Gelirdim aslında, inanmıyor kimse ama o trenin sana gelen her vagonundan biri zaten benim. Sırf dumandan kör olmamak için ben yanayım diye yaktığın ateşin üstüne kapaklanıp sönmesi için kendimi mi harcayacağım? Harcardım aslında, ki harcadım biraz da ama yok ki gelir gider hesabı yapan biri, kimi nasıl şahit tutacaksın? Ateş ateşi yakmaz, hem benim gibisine edilen yanlışın intikamı da olmaz.

Sanki kalbin yırtık kumaşlardan bozma bir somya, senden başkası oturamaz diyorsun ama çırpınma n’olur söyle, o somyayı benden başkası yamayıp satamazdı değil mi?