Yine köşesine çekilmişti. İçinde hissettiği boşluk onu hapsediyordu. Her duyguyu içine çeken bir koca delikti sanki. Boşluk hissi onu bırakmadıkça rahatlayamayacaktı. Bunu biliyordu. Bunu biliyor ama hiçbir şey yapamıyordu. Sanki bir oyuncuydu ve senaryo ne yazıyorsa onu oynuyordu. Samimi olmadan içten gelmeyen dürtü ile değil tamamiyle öyle olması gerektiği için yapıyor söylüyordu. Sahi hayatının en önemli cümlesi bu değil miydi zaten; öyle olması gerektiği için. Kendinin bir müdahalesi olmuyordu, olamıyordu. Ne yaşanması gerekiyorsa yaşanıyordu. Hoş, kimse ona da sormamıştı ya. Bazen kendini güçlü hissederdi kimseye ihtiyacı yokmuş gibi bazense sokakta yağmurda kalmış bir köpek misali için için inlerdi. Ya kimse duymadı onun inlemelerini, ağlamalarını ya da insanlar kulaklarını kapatmış sağır olmuşlardı.
İşinde başarılı bir bilgisayar mühendisiydi. Her gün pazarları hariç işine gider kat arkadaşları tarafından sevilir, sayılırdı. Yalnızlığına bir arkadaş arardı, kimi zaman kahve içerken sohbet edebileceği; okuduğu kitaptan, izlediği filmlerden konuşup tartışabileceği birini arardı. Gözleri camdan her bakışında çiftleri görür, bir iç çeker ve kahve yapardı. Hatta bu yalnızlık ve boşluk hissinden kurtulmak için arkadaşlarına takıldığı zamanlarda oluyordu. Hatta bir gün çalışma arkadaşları onu iş çıkışı yemeğe davet etmişlerdi ve hayatında hiç bu kadar çok yediğini hatırlamıyordu. İlk başlarda her şey güzel gitmişti. İşlerden ve vizyondaki yeni bir filmden konuşmuşlar ve yönetmenin eski bir filminden bahsetmişlerdi. Neydi o dünya batarken yaşanan aşk hikayesi miydi yoksa aldatılan kadınların birlik olup savaşması mıydı? Şimdi düşününce hatırlamadı ama o zaman sanki daha önemli bir konu yokmuş gibi büyük bir ciddiyetle konuyu konuştular. Ne zaman ki geçen yıl evlenen iş arkadaşı Nedim'in bir bebeği olacağını söylediler, işte o zaman midesindeki o koca boşluk tekrar merhaba dedi. Hissettikçe yedi, yedikçe hissetti. En son, ‘Sen düşünmüyor musun evliliği, bir ilişkiyi Vuslat?’ diye soran Ayşe'yi hatırladı. ‘Ben istiyorum ama galiba o beni bu aralar istemiyor.’ diyerek yanıtladı onu hafif gülümser ve biraz alaycı şekilde. Masada belli bir ölçüde kahkahalar duyuldu. Ömer, 'Sanki biraz yolunda bulunmak lazım Vuslat, biraz sağa sola bakmak lazım.' dediğinde, ‘O zaman bende sıkıntı yok oğlum, ben sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan fırsat mı buluyorum sanki.' diyerek işi biraz dalgaya alarak paçayı sıyırmıştı. Ama içindeki boşluk sanki bir yolunu bulup çıkacakmış gibi midesinin içinde dönüp duruyordu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde önce Ayşe ve Aysel ayrıldı sonra Ömer ve Mehmet.
Ahmet, 'Biz de kalkalım artık Vuslat, baksana tek biz kalmışız.'
‘Biraz daha oturasım var benim Ahmet, sen daha fazla geç kalma. Selma teyzeye de çok selam, ellerinden öperim.’
"İyi bakalım dediğin gibi olsun, sen de fazla abartma oturmayı, yağmur yağacak dedi meteoroloji.'
‘Tamam yahu, sanki dünkü delikanlıyız. Eve gidince mesaj da atayım mı? İster misin?'
‘Tamam, tamam sen bilirsin. Ben kaçtım.’
Oluşan sessizlik bir süre rahatlattı onu. Kendi başına kalmak bu aralar sıkıcı olsa da arada ihtiyaç duyuyordu, mesela böyle bir kalabalıktan çıktıktan sonra. Kalktı, hava sert esecekmiş gibi hissetti, montunu yukarı kadar çekti. Şimdi korunuyordu işte. Sahile indi, yol boyunca yürüdü. Sigara içmeye karşıydı ama sanki şimdi bir dal olsa içecekmiş gibiydi. Kız kulesini görünce duraksadı. Galata'ya baktı. Ne büyük ceza. Baktığın her yerde o var ama ulaşman imkansız. Nasıl bir işkence bu nasıl bir nefret aşka dair...
Düşüncelerinden ayıran alnına düşen yağmur damlasıydı.
'Ahmet haklıymış, yağmur geliyor.'
Ağır ağır yürümeye başladı, yukarı yokuşa yürüdü; Yeni Dünya sokağında ilerledi. Gecenin ilerleyen saatinde dışarıda sayılı insan vardı ve sokak bekçisi kediler... Eve varmadan mahallenin sessiz oluşundan yararlandı ve sesleri dinledi. Yağmurun ağaca, yere değen sesleri evlerdeki uyuyakalan insanların sessizliğinin sesleri...
Hepsini bütün özveriyle dinledi. Huzuru tattı. Sessizliği yudumladı. Arkasını dönüp apartmandan içeri girdi, merdivenleri çıktı kapıyı açtığında yüzüne vuran sıcak hava üşüdüğünü hissettirdi. Odasına giden koridorda üstünü çıkarmaya başladı, duş almalı mıydı? İki kere düşünmedi, direkt duşa girdi. Sıcak suyun onu mayıştırmasına izin verdi. Saat epey ilerlemişti ve uyuması gerekiyordu. Yatağa uzandı. Elini kafasının altına koyup tavanı izledi bir süre... Düşünceler savaşa döndüğünde daha fazla zorlamadı, kendini uykuya teslim etti.
Sabah alarmın sesiyle uyandı. Alışık vücudu daha o komut vermeden hareket etti, lavaboya gitti; yüzü gecenin tüm yorgunluğunu aynaya yansıtıyordu. Kahve için makineyi çalıştırdı ve giyinmek üzere odasına geri döndü. Kahve bir takım krem gömlek, kravat takmayı oldu olası sevmezdi zaten. Boğaza takılan intihar ipi... Kahvesi ve hızlı bir şekilde hazırladığı tost onun ilk öğünüydü. Çantasını kaptı ve ilk defa hissetmediği boşluk ile beraber evden çıktı. Binadan çıkmadan kendi dairesinin numarasının olduğu posta kutusuna gitti. Günün dergi ve gazetesi ve faturalar... Sanki mektup bekliyordu da... Çantasına attı iş yerine doğru yola koyuldu. Karşı olduğu birkaç şeyden biriydi araba. Kirlenen dünyaya biraz da onun kiri değsin istemiyordu aslında. Otobüs durağına doğru yürürken kendi kendine mırıldandığı şarkı telefonuna gelen mesaj ile bölündü. Ömer'den, "Abi işe biraz geç kalacağım, savun beni."
Gelen mesaja geri dönüş yapmadı ki Ömer de biliyordu onu savunacağını. Futbol oyuncusu olsaydı kesin defans oyuncusu olurdu hatta ondan daha iyisini de tanımıyordu. Hayır, futbolda iyi olduğu için değil, savunma üzerine kitap yazabilecek düzeyde olduğu içindi. Otobüs durağına yaklaştığında yine aynı yüzleri görmenin vermiş olduğu rahatlığı hissetti. Bordo mantolu esmer bayan, çantasını zor taşıyan lise öğrencisi, ki o arkadaşını bekliyordu ve köşesine çekilmiş taktığı gözlüklerin altında uyuklayan şu beyefendi... Nedensizce bu tanışıklık onun hoşuna gidiyor hatta içten içe rahatlatıyordu. Gelen otobüs ile eli otomatik olarak cebindeki karta gitti ve ayakları onun yönlendirmesini beklemeden ilerledi geride sadece arkadaşını bekleyen liseli kaldı. Kırk dakikalık mesafe çoğu zaman trafikten dolayı bir saati geçse de seviyordu bu yorgunluğu. Mırıldandığı şarkıya geri döndü. Hayat bakış açısına uyan ama tınısının hiç uymadığı şarkıya. "Aman ha adımına dikkat kayar düşersin sonunda, aman ha adamına dikkat oyuna gelirsin sonunda!" İş yerinin önüne geldiğinde Sefa ağabey ile günaydınlaşıp iki kelamdan sonra kendi katına çıktı. Bugün içinde hiç hissetmediği bir duygu vardı. O boşluk garip bir şekilde hissedilmiyordu. Ya bu konuyu aşmıştı ya da bu işte bir iş vardı. Ofise girdiğinde kızlara selam verdi ve her zamanki gibi önce kahvesini aldı ve masaya geri döndü. Saat daha 08.00 ve onun durmaya niyeti yoktu.
Öğle paydos saatini duyuran alarm çaldığındaki ani kalkış boynunda bir çıtırtıya sebep oldu. Öğle saatine kadar kafasını kaldırmamanın cezası buydu sanırım. Ömer'in seslenmesi ile kapıya yöneldi. Kapıdan çıkmadan aklına posta kutusundan aldığı faturalar ve birkaç zarf geldi. Öğle arasında gözden geçirmek ve faturaları ödemek daha mantıklı geldi. Geri dönüp aldığı çanta ile her zaman gittikleri yere doğru ilerlediler. Sanırım bugün o kadar da aç hissetmiyordu. Belki aperatif birkaç bir şey yiyebilirdi. Kapıdan içeriye girdiğinde burnuna gelen kokular aç olmayan midesinden sesler duymasına neden oluyordu. Belki makarna yiyebilirdi. Yemekte konuşulan birkaç iş ve dedikodusu yapılan üst kattaki çalışanlardan sonra yemek arasının bitmesine yirmi dakika kalmıştı ve o daha faturalara göz atmamıştı. Ömer'in teklif ettiği kahve o an için çok cazip olsa da faturaları ödemek daha mantıklı gelmişti ama ısmarlamayı da unutmamıştı. Köşeye attığı kağıtları önüne topladı ve kısa bir hesap yaptı. Elektrik 90 tl, su 85 tl, üye olduğu dergi, birkaç yerden gelen üyelik formları ve babasından gelen zarf... Özenerek yazılmış Mehmet Dinçer ve Vuslat Dinçer yazısı... Hiç yan yana düşünememişti onunla kendisini ama şimdi iki isim yan yana duruyordu. Başta nasıl tepki vermesi gerektiğini bilemedi. Sakince oturdu. Dışarıdan bakıldığında sokak sanatçısı heykelleri andırıyordu. Nefes alıyor ama verirken vücudu tepki vermiyordu. Aradan geçen bir saatin sonunda yerinden kalktı ve hiçbir şey olmamış gibi ofise geri döndü. Kapıdan içeri girdiğini gören Ömer, başta ne olduğunu sormak istese de Vuslat’ın yüzündeki ifade, sorularının cevapsız kalacağını önceden söylüyordu.
Vuslat otomatikleşmiş uzuvlarıyla tekrar masasına döndü. Akşam mesai bitimine kadar verilen görevleri yerine getirdi ve iki kahve içmeyi aksatmadı. İlk bakıldığında bir sıkıntı yok gibi duruyordu. Her zamanki Vuslat, kendi kaptırmış bilgisayarına gömülmüştü. Mesai bitiminde usulca yerinden kalktı, çantasını topladı, herkese iyi günler diledikten sonra otobüs durağına yürüdü. Evine giden otobüs geldiğinde her zaman koyduğu cebinden kartını çıkardı, bindiğinde bu sefer etrafa bakmadı. Tanıdık yüzler aramak ilk defa rahatsız etti onu. Durakta indiğinde ilk başta eve yürüyen ayakları onu evden uzaklaştırdı. Yürümeye başladı. Farkında olmadan ayakları onu denize getirmişti, bir büfeden satıcının önerdiği sigara ve çakmağı aldı.
Geçmişin tozlu izleri ve geleceğin getirecekleri bugünü yaratırdı insanın doğasında. Vuslat bu mektuba kadar geçmişin tozlarını süpürdüğünü ve onları siyah bir poşete attığını, hatta çöp arabasında giderken peşinden baktığını düşünmüş ve bu zamana kadar bugün ve gelecek zaman çizgisi arasında yaşamıştı. Ama görüyordu ki çöp arabası geçmişin tüm tozlu kirlerini kalbinin çöplüğüne atıp gitmişti.
Şimdi sahile bakarken ve elindeki rüzgarın etkisiyle biten bilmem kaçıncı sigarasını daha yere atıp bitmiş paketine bakarken kendi içinde tekrar o çöpleri toplamak için güç arıyordu. Dışarıdan bakıldığında gecenin bir vaktinde denizin kıyıya vurduğu dalgaları izleyen biri gibi dursa da aslında o hayatının en önemli ikinci savaşına hazırlanıyordu. Yıllar önce üstünü kapadığı mezarı küreklerle boşaltıyor ve bu sefer kendisini içine gömmeye hazırlanıyordu.
Vuslat derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Omuzları yılların yükünü taşımaktan öne doğru düşmüştü. Yürümeye başladı, eve gidip duş almaya ve yarına daha dinç olabilmek için uyumaya ihtiyacı vardı. Giydiğin montun önünü kapayıp yakalarını havaya kaldırdı. Biraz daha dik olmaya özen göstererek yürümeye devam etti.
‘Bugün hava daha da soğuk olacak gibi.’
Bilge Tüzün
2022-11-09T12:39:13+03:00@osman_ogll bu yorumun için bende çok teşekkür ederim. Bu kez belli bir isimde belli bir duyguyu genellemeye çalıştım. Bunun hissedildiğini duymak güzel bir duygu:)
Osman
2022-11-09T01:50:45+03:00Harikaydı Bilge, Vuslat'ın bir sonraki hamlesini merak edip durdum öykü boyunca. Akışı çok sevdim. Onun isimlenmiş olması iteklediği yalnızlığını hafifletmiş gibi geldi bana. İsmiyle müsemma olması da çok iyi aslında. Geçmişe karşı olumlu olan bir vuslat mıydı belki hayır ama onun aradığını hepimiz arıyoruz veya vuslatı tüm bu olup bitmelerin sonunda buluyoruz. Kendilerine ad bahşettiğin için diğer tüm karakterleri tebrik ediyorum. Yalnızlığı, kalabalıktayken bile sırılsıklam anlatan ve her şeyi sırtladıktan sonra dahi dimdik durmayı bize hissettiren sana da teşekkürler :)